30 Kasım 2008 Pazar

FUTBOL DEĞİŞİYOR

Süper Lig'de oynanan futbolun kalitesi kimseyi tatmin etmiyor.
Ne oynayan zevk alıyor ne de seyreden...
Yılda 3-5 teknik adam değiştiren sabırsız, plansız, sistemsiz, modelsiz, organizasyonsuz kulüplerimiz ve onların ateşten gömlek giyen ve doğal olarak koltuğunu sağlama almak için kısa vadede günü kurtarmaya çalışan teknik adamları...
Herkes zaten sadece sonuç bekliyor. Taraftar, yorumcu, medya...
Teknik adam da haliyle diyor ki: "Kardeşim, fırtına veya kasırga var mıydı? Kimse sormuyor, gemi limana yanaştı mı? Herkes buna bakıyor. Zaten idari ve mali sıkıntılar doruk noktada. Bu takımı da ben kurmadım. Transferi de ben yapmadım. Önemli olan günü kurtarmak. Kısa yoldan ne yapabilirsek yapmaya çalışıyoruz. Oyuncu kalitemiz de belli. 3-5 ay sonra ne olacağımız belli değil. Biz ne yapalım?"
Bu koşullarda hadi gel de pozitif futbol oynamaya çalış.
Yüzyılın en büyük futbol adamı Rinus Michels de kendi futbol felsefesini anlattığı "Teambulding" adlı kitabında "Kısa vadede başarıya ulaşmanın tek yolu savunma ve kontratak oyunudur. Evet, bu oyunla maçlar kazanabilirsiniz, fakat hiçbir zaman büyük zaferler ve şampiyonluklar kazanan keyif veren bir takım yaratamazsınız" diyor.
***
Bir de trendler var tabii. Çirkin futbolun baş sorumlularından...
Son Avrupa şampiyonu Yunanistan, son dünya şampiyonu İtalya veya son Şampiyonlar ligi şampiyonu Milan... Teknik adamların önlerindeki en kısa yoldan başarı hikayeleri bunlar.
4-5-1 veya 4-4-1-1... Tek forvet, arkasında ona destek olan bir oyuncu ve arkalarında koşan, rakibi bozan oyuncular. Dikkat edin! Oynayan değil de hep rakibi bozan takımlar. Hücuma pek katılmayan, stoper özellikli bekler vesaire vesaire... Bizim liglerde de üç aşağı beş yukarı tüm takımlar bu futbolu oynamaya çalışıyor. Süper Lig, Bank Asya veya gidin 3. ligde maç izleyin.
Ancak herkes şunu unutuyor. Yukardaki takımlar böyle oynayarak lig değil turnuva kazandı. İşte bir örnek: Son yıllarda Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olan Benitez yönetimindeki Liverpool, takım savunmasını mükemmel yapan, rakiplerini en iyi bozan ve oynatmayan takım. Devler Ligi'nde hep başarılı, ancak İngiltere Ligi'nde tam 18 yıldır şampiyon olamıyor. Hatta son 15 yılda sadece bir kez 2'nci olabildi. Kendi liginde son yıllarda ilk 3'e bile giremiyor. Rakipleri bozarak, oynatmayarak kupalarda veya turnuvalarda başarılı olabilirsiniz, ancak ligde uzun vadede hedefe koşamazsınız. Daha farklı şeyler üretmelisiniz.


Ntvspor.net'ten alınmıştır

FUTBOL DEĞİŞİYOR

Süper Lig'de oynanan futbolun kalitesi kimseyi tatmin etmiyor.
Ne oynayan zevk alıyor ne de seyreden...
Yılda 3-5 teknik adam değiştiren sabırsız, plansız, sistemsiz, modelsiz, organizasyonsuz kulüplerimiz ve onların ateşten gömlek giyen ve doğal olarak koltuğunu sağlama almak için kısa vadede günü kurtarmaya çalışan teknik adamları...
Herkes zaten sadece sonuç bekliyor. Taraftar, yorumcu, medya...
Teknik adam da haliyle diyor ki: "Kardeşim, fırtına veya kasırga var mıydı? Kimse sormuyor, gemi limana yanaştı mı? Herkes buna bakıyor. Zaten idari ve mali sıkıntılar doruk noktada. Bu takımı da ben kurmadım. Transferi de ben yapmadım. Önemli olan günü kurtarmak. Kısa yoldan ne yapabilirsek yapmaya çalışıyoruz. Oyuncu kalitemiz de belli. 3-5 ay sonra ne olacağımız belli değil. Biz ne yapalım?"
Bu koşullarda hadi gel de pozitif futbol oynamaya çalış.
Yüzyılın en büyük futbol adamı Rinus Michels de kendi futbol felsefesini anlattığı "Teambulding" adlı kitabında "Kısa vadede başarıya ulaşmanın tek yolu savunma ve kontratak oyunudur. Evet, bu oyunla maçlar kazanabilirsiniz, fakat hiçbir zaman büyük zaferler ve şampiyonluklar kazanan keyif veren bir takım yaratamazsınız" diyor.
***
Bir de trendler var tabii. Çirkin futbolun baş sorumlularından...
Son Avrupa şampiyonu Yunanistan, son dünya şampiyonu İtalya veya son Şampiyonlar ligi şampiyonu Milan... Teknik adamların önlerindeki en kısa yoldan başarı hikayeleri bunlar.
4-5-1 veya 4-4-1-1... Tek forvet, arkasında ona destek olan bir oyuncu ve arkalarında koşan, rakibi bozan oyuncular. Dikkat edin! Oynayan değil de hep rakibi bozan takımlar. Hücuma pek katılmayan, stoper özellikli bekler vesaire vesaire... Bizim liglerde de üç aşağı beş yukarı tüm takımlar bu futbolu oynamaya çalışıyor. Süper Lig, Bank Asya veya gidin 3. ligde maç izleyin.
Ancak herkes şunu unutuyor. Yukardaki takımlar böyle oynayarak lig değil turnuva kazandı. İşte bir örnek: Son yıllarda Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olan Benitez yönetimindeki Liverpool, takım savunmasını mükemmel yapan, rakiplerini en iyi bozan ve oynatmayan takım. Devler Ligi'nde hep başarılı, ancak İngiltere Ligi'nde tam 18 yıldır şampiyon olamıyor. Hatta son 15 yılda sadece bir kez 2'nci olabildi. Kendi liginde son yıllarda ilk 3'e bile giremiyor. Rakipleri bozarak, oynatmayarak kupalarda veya turnuvalarda başarılı olabilirsiniz, ancak ligde uzun vadede hedefe koşamazsınız. Daha farklı şeyler üretmelisiniz.

DERBİLER

Celtic-Rangers: Celtic Katolik ve krallık yanlısı, Rangers Protestan'dır. İki takım arasında tamamen mezhebe bağlı bir rekabet vardır. İskoçya'nın dışında, IRA'nın faaliyetleriyle kana bulanan Kuzey İrlanda'da önemli taraftar kitlelerine sahiptir. Rangers aynı zamanda krallık yanlısıdır.Celtic ise İrlandacıdır.

River Plate-Boca Juniors : (EL SUPERCLASİCO) Sosyal sınıf farkı bu derbiye damgasını vurur .River zenginlerin, Boca fakir sınıfın takımıdır. Dünya'nın en zor derbisinde hep
ilk sıraları alır..River-Boca maçlarını yöneten hakemler psikiyatrik tedavi görmek zorunda kalabilirler..

Partizan-Kızılyıldız: Kızılyıldız,devrimcilerin ve halkın, Partizan ise ordunun takımıydı. Komünizm Balkanlardan elini çekince, bu derbi taraftarların çıkardığı büyük olaylarla
yaşanır oldu .

Ajax-Feyenoord.: Bohemlerin kenti Amsterdam ve işçi şehri Rotterdam arasındaki kültür Farkı, iki takımın maçlarında hep kendini gösterir.Bu iki takımın taraftarları Avrupa'nın
en tehlikeli holiganları olarak bilinir. Ajax'ı tutan Yahudi cemaati, Feyenoord taraftarları tarafından sık, sık ırkçı sloganlarla taciz edilir.

Flamengo-Fluminense: Fla-flu maçları olarak bilinir. RİO'da sahil şeridinde yaşayan Fluminenseli burjuvalarla, kente yukardan bakan Favelar'daki Flamengo taraftarını
Maracana'da bir araya getirir. Bu maçlarda meşale yakılması 40'lı yıllardan beri gelenek haline gelmiştir..

Zelznicar-FK Sarajevo : FK çoğunlukla Bosnalı Müslümanların takımıyken, Zelznicar Sırplar tarafından destekleniyor. Savaştan sonra iki takım arasındaki maçlarda büyük olaylar çıkarken ,savaştan sonra her şey değişti, artık barış var…

Liverpool-Everton: Merseyside derbisi, kenti kırmızı ve mavi olarak ikiye ayırır. Liverpool'un efsane ismi Bill Shankly, bir arkadaşının cenaze töreninde bile Everton'a laf atmaktan çekinmez: "Bunun çok üzüntülü bir durum olduğunu biliyorum, ama sevgili dostum da cenazesine, EVERTON'un hafta sonları Goodison Park'ta topladığından daha fazla insan
geldiğini görse, kahkahalarla gülerdi herhalde"

Roma-Lazio: Bu derbide sizlere olay garantisi verebilirim...Lazio Mussolini'nin takımı olarak bilinir. Irkçı olduğunu saklamaz. ROMA, kent içinde daha çok taraftara sahiptir.
Yalnız son yıllarda Roma taraftarları arasında da, ırkçılık yükselen bir trend olarak dikkat çekiyor.

Esteghal-Perspolis: İran'da şah döneminden beri süren rekabet halen sürüyor. Azadi stadını dolduran 120 bin seyirci bu derbiye tanıklık eder. Perspolis, Tahran'ın fakir takımıyken, Esteghal zengin azınlık tarafından desteklenir.

Ve bizim derbilerimiz...1930'lu yıllarda takım elbise ile izlenen derbilerden, bol şişeli, ana-avrat'lı günlere çok çabuk geldik…Ne yapalım, derbiler her türlü güzeldir. Çünkü futbol
hayattır.

20 Kasım 2008 Perşembe

Şampiyonlar Ligi: Sürprizler ve Hayalkırıklıkları

Şampiyonlar Ligi'nde tur atlayanlar ve diğer sıraların belirli olacağı son iki maç gününe doğru giderken bir değerlendirme yapmanın doğru olacağı inancındayım. Geçen sezon ikinci tur yapan takımlardan sadece ikisi ilk iki torba dışından gelmişti. Bu sezon da durumun değişmesini beklemek fazla iyimserlik olur.

A Grubu'nda birinci torbadan gelen Chelsea turu hemen hemen garantilemiş durumda. İkinci torbadan gelen Roma da kötü başlamasına rağmen gruptan çıkmaya yakın. Bordeaux Cluj'u iki maçta da yenmeyi başararak grubu Cluj'un üstünde bitirmeyi hemen hemen garantiledi.

B Grubu'nda birinci torbadan gelen Inter liderliğe çok yakın. Grubun hayal kırıklığı Werder Bremen oldu. İkinci torbadan çıkmasına rağmen grubun sonuncusu durumunda, yine de ikinci olma şansları var. Şampiyonlar Ligi'nin en büyük sürprizi olan Anorthosis Famagusta ikinci durumda, sonuçlar dışında gösterdikleri performanslarla Avrupa'da yola devam edecek gibi gözüküyorlar.

C Grubu'nda sürpriz yok. Sporting-Barcelona maçı lideri belirleyebilir. Shakthar Donetsk'in ikinciliği zorlamasını beklerdim ama bu sene de olmadı, UEFA'ya gidecekler gibi gözüküyor.

D Grubu'nda son torbadan gelmesine rağmen genelde beklendiği gibi Atletico Madrid grubun zirvesinde. Atletico-Liverpool ikilisi gruptan çıkacak, PSV-Marseille'den biri de UEFA'ya kalacak. Son iki maçta liderin ve üçüncünün kimler olacağını göreceğiz.

E Grubu'nda da sürpriz yok. Man Utd ve Villarreal ilk ikiyi kaptılar, Celtic ile Aalborg da gerideler. Villarreal-ManUtd maçının galibi zirveyi alacak, Aalborg ise kendi sahasında Celtic'i yenebilirse sürpriz bir şekilde UEFA Kupası'na kalabilir.

F Grubu'nda Lyon ile Bayern aynı puanda zirvedeler. Fiorentina geride kalmasına rağmen son iki maçta sürpriz yapıp gruptan çıkabilir. Diğer taraftan, Steaua ile oynacakları son maç UEFA biletini de kaçırmalarına neden olabilir.

G Grubu'nda Arsenal lider bitirmeye yakın. Kalan üç takımın da gruptan çıkma şansı var. İkinci torbadan gelen Porto tura en yakın olan ekip. Son torbadan gelen Dinamo Kiev son maçta Porto'yu içeride yenmiş olsaydı çok büyük bir avantaj sağlamış olacaktı.

H Grubu'nda Juventus Real Madrid'i iki kez yenerek liderliği eline aldı. Zenit biraz da şanssızlık sonucu beklendiği kadar zorlayamadı üsttekileri. Yine de gruptan çıkacak son takımı Real Madrid-Zenit maçının sonucunun belirlemesi muhtemel.

Birkaç ilginç istatistik verelim. Grupların en iyisi olarak gözüken Barcelona ortalama %63 ile topla oynuyor. Son grubun parlayan takımı Juventus ile %42 gibi çok düşük bir yüzdeyle topla oynuyor.
En golcü futbolcular dört gol atan dört futbolcu: Dimitar Berbatov, Lionel Messi, Steven Gerrard ve Alessandro Del Piero. Görüleceği üzere Berbatov dışındaki üçlü klasik santrafor olarak tarif ettiğimiz oyuncular değil. Grupların en az gol atan takımı ise sadece bir gol ile Celtic.

Şahsi fikrim, Şampiyonlar Ligi'nde grupların bu sezon geçtiğimiz sezonlara oranla daha az çekişmeli geçtiği. Umarım, gelecek turlarda aynı şey olmaz, geçtiğimiz yıllardaki gibi müthiş mücadeleler izleriz. Yarı finalde yine üç İngiliz'in olacağını düşünüyorum. Onlara katılan takım ise Barcelona veya Inter olabilir.

MANCHESTER CITY

Manchester City, sezona flaş bir değişiklikle girdi ve kulüp, yasaklı ve aranan başkan Thaksin Shinawatra tarafından Abu Dhabi grubuna satıldı. Gün geçmeden Robinho transfer edildi ve zaten öncesindeki Kompany, SWP ve Zabaleta gibi transferlerle güçlenmiş olan City’yi Robinho’nun bir üst seviyeye taşıyacağı öngörüldü. Ancak çoğu teknik adam ve kulüp sahibi bunun zaman alacağını Chelsea örneğiyle verdiler ki City’nin şu andaki durumu da bunu doğrular nitelikte. Robinho’nun inanılmaz performansına rağmen City 13.sırada ve kesinlikle kadrosunun hakkını vermiyor. Hatta Stephen Ireland dahi bu sene müthiş bir performans sergiliyor ve ligin en çok gol atan takımlarından biri City.
Ancak defansif anlamdaki başarısızlık City’nin istediği noktaya çıkmasına engel oluyor. Bu başarısızlıktaki en büyük pay bana göre Mark Hughes’a ait. Yaptığı gereksiz Ben Haim transferiyle Richard Dunne’ın özgüvenini sarsan teknik adam Robinho, SWP, Elano ve Ireland gibi hücumcu ortasahalarla oynarken ortasahayı sadece Kompany’ye emanet etti. Önceki sezonların en sağlam bölgesi olan defansı bu seçim kevgire çevirmeye yetti de arttı bile. Öyle ki dört sene üst üste kulübün en değerli oyuncusu seçilen Dunne’ı dahi taraftarlar protesto etmeye başladı. Kompany’nin beş sarı kart görmesi, Gelson’un bu hafta üst üste iki sarı kart görmesi ortasahadaki defansif oyuncuların orta sahada her yere koşamayacağını gösterir gibi. UEFA kupasına ilk kez katılmaları tecrübesizliklerini gösterebilir ancak grup maçlarına kalırken dahi adı sanı duyulmamış FC Midtjylland’ı penaltılarla geçebildi.
Martin Petrov’un, Bojinov’un, Michael Johnson’ın ve bu hafta düzelen Vassell ve Benjani’nin sakatlıklarının önemli ölçüde etkisi oldu ancak şu ana kadarki izlediğim City maçlarındaki hem dizilişlerin hem de oyuncu değişikliklerinin yerinde olmadığını düşünüyorum. Dunne, Richards, Onuoha, (sezon öncesi) Corluka gibi dört kaliteli stoperi ve takımda o zamanlar önemli bir şekilde sol bek ve sağ kanat problemi varken Ben Haim gibi sıradan bir defans oyuncusunu alması hakikaten çok saçma bir karar.
Daha önce de dediğim gibi bu olayın Dunne’ı etkilediği bariz çünkü daha önce defansın belkemiği olan Dunne şimdi inanılmayacak hatalar yapmaya başladı . Yani Hughes sadece bir transferle geçen senelerin en başarılı bölgesi olan defansın yapısını allak bullak etti. Yine haftalardır SWP’in performansında bariz bir düşüş var çünkü takımın yıldızı şu anda Robinho. Halbuki SWP transfer edildiğinde takımın liderinin ve yıldızının o olacağı düşünülüyordu haklı olarak. Bunun sebebiyse SWP’in ayrılırken takımın yıldızı olarak ayrılmasıydı.
Robinho transfer olduktan sonra gün geçtikçe takımdaki etkinliğini ve performansını arttırırken, SWP’in haftalardır performansı pek iç açıcı değil ne yazık ki. Belki bunda Abu Dhabi grubunun bir etkisi vardır ancak menajer olarak Hughes, Robinho transferinin daha sonraya ertelenmesini savunmalıydı. Çünkü şu andaki dengesizliğin en büyük nedeni takımdaki görev dağılımının belli olmaması. Zaten menajer de bu dengeyi ayarlayacak kişi olmalı. Takım şu anda tamamen bireysel yeteneklere bakıyor ve istatistikler de bunu doğruluyor.
Açıkçası Hughes takımın başında kaldıkça da City’nin çok daha ilerilere gideceğine ihtimal vermiyorum. City eğer dünya çapında bir kulüp olmak istiyorsa aynı Chelsea’nin yaptığı gibi dünya çapında bir teknik direktör getirmeli.

17 Kasım 2008 Pazartesi

Mancini İtalya'da ''yılın teknik direktörü'' Seçildi



İtalya Birinci Futbol Ligi'nde (Serie A) geçen sezon Inter'i şampiyon yapan eski çalıştırıcı Roberto Mancini, İtalya'da yılın teknik direktörü seçildi.

Meslektaşlarının oylarıyla yılın teknik adamı seçilen Mancini, ödülünü almak için hazır bulunduğu, Inter'in Coverciano'daki kampında yaptığı konuşmada, ''Bana oy veren antrenörlere ve Inter oyuncularına teşekkür ederim. Coverciano'nun kuruluşunun 50. yıl dönümünde bu ödülü almak, benim için önemli. Buraya, 1979 yılında 14 yaş altı kadrosu için geldiğim ilk günü hatırlıyorum'' dedi.

Törende, kulübün yeni teknik direktörü Jose Mourinho ile de karşılaşan Mancini'nin, halefi ile tokalaşıp, kucaklaşması da dikkatlerden kaçmadı.

Inter tarihinde son 40 yılın en başarılı teknik direktörü olarak görülen Mancini, kulübünü üst üste 3 yıl lig şampiyonluğuna taşımıştı.

Kulübe 2004 yılında katılan Mancini, daha ilk yılında İtalya Kupası'nı kulüp müzesine göndermişti. Ancak bu başarıları, Mancini'nin görevden alınıp, yerine Mourinho'nun gelmesinin önüne geçememişti.

Öte yandan İspanya medyası, Bernd Schuster görevden alınırsa, Real Madrid'in başına Mancini'nin geçeceğini iddia etti.

FUTBOL VE YORGUN SAVAŞÇILARI

Pazar gecesi Arda'nın yere yığılıp hastaneye kaldırılması herkesi korkuttu. Son dönemde futbol sahalarında yere yığılıp kalan futbolcu sayısı artmaya başladı. Bu sezonun en akılda kalanları Kölnlü Ümit Özat ve Real Madridli De La Red idi. İkisi de aniden yere yığıldı ve henüz sahalara dönmedi.Arda'nın rahatsızlığının sebebi olarak yorgunluk ve uykusuzluk gösterildi. Galatasaray teknik direktörü Michael Skibbe İstanbul B.B. maçı sonrası Arda ile ilgili olarak yoğun bir maç programı olduğunu ve Arda'nın her maç oynamak durumunda olduğunu söyledi. Tabii bir futbolcu her maç oynamalı mıdır, yerine alternatif yok mudur, bu başka bir tartışma konusu.
Yoğun maç programları, 1990'lı yıllarda gelişen futbol ekonomisinin bir ürünü. Bu gelişim, birçok unsuru da birbirine bağladı. Örneğin bahis. Artık her gün dünyanın bir yerinde mutlaka birkaç maç oynanıyor ve buna bahis oynayabiliyorsunuz. (Yazın iddaa'da İzlanda Ligi bile vardı!) Nitekim TFF de alt liglerdeki maçların bazılarını hafta içinde oynatıyor ve bu maçlar iddaa'da da yer alıyor.
Kısacası futbolda maç sayısı arttı, artmaya da devam ediyor. Örneğin Türkiye Kupası 4 sezondur grup maçları halinde oynanıyor. 3 sezondur TFF Süper Kupa finali oynanıyor. (Gerçi eskiden 3 büyükler arasında TSYD Kupası maçları oynanırdı sezon öncesi, o da endüstriyel futbolun kurbanı oldu!)
Maç sayısı arttıkça özellikle yıldız futbolcuların üzerine daha çok yük biniyor. Bu da, belki de sağlık ekipleriyle en çok haşır neşir olan insanlar olmalarına rağmen durup dururken sahada yığılmalarına yol açabiliyor. Son dönemde maç sayısının artması, kulüpleri de isyan noktasına getirmeye başladı. İtalya Kupası çift maçlı eleme usülüne göre oynanırdı ancak kulüplerin isteğiyle tek maça indi. Üstelik maçlar belli bir zamana yayıldı. Mesela şu anda 4. tur maçları oynanıyor. 3 tanesi geçen hafta içerisinde oynandı. Kalan 5 tanesi Aralık ve Ocak aylarında oynanacak. Almanya'da her sezon öncesi oynanan Lig Kupası bu sezon oynanmadı. Lig ve kupaların yanı sıra milli maçlar da tartışma konusu. Geçen pazar akşamı İsveç milli takımında İbrahimovic ve Mellberg yoğun maç trafiğinde yoruldukları için teknik direktörlerinden izin istediler ve kadrodan çıkartıldılar.
Peki Türkiye'de durum nedir? İngiltere veya Fransa gibi olmadığımız kesin. İngiltere'de hem FA hem de Carling Kupası var (alt liglerin oynadığı Trophy'yi saymıyorum!), Fransa'da ise hem lig kupası, hem de Fransa Kupası var. Üstelik bu iki ülkenin ligi de 20 takımlı.
Galatasaray bu sezonu 13 Ağustos'ta Şampiyonlar Ligi 3. ön elemesinde Steaua Bükreş maçıyla açtı. 16 Kasım'daki İstanbul B.B. maçına kadar da toplam 20 resmi maç oynadı, hem de 5 değişik kategoride. Bu süreçte 96 gün olduğuna göre Galatasaray ortalama yaklaşık 5 günde bir maç oynamış demektir.
Bir de bu dönemde 5 milli maç oynadığımız düşünüldüğünde Galatasaraylı milli bir futbolcu 96 günde maksimum 25 maç oynamış olacak. Arda bu 25 maçın 21'inde oynamış. Oynamadığı 4 maç var, TFF Süper Kupa finali, Şili ile oynanan özel milli maç, ligde Kocaelispor maçı ve UEFA Kupası'nda Bellinzona deplasmanındaki maç. Bakıldığında ciddi bir hafta içi-hafta sonu maç trafiği var.
Fenerbahçe de şu ana kadar 20 resmi maç yapmış. Beşiktaş, Kayserispor ve Sivasspor'da bu rakam 17. Avrupa Kupaları'na katılamayan Trabzonspor'un oynadığı resmi maç sayısı 14. Ama Türkiye Kupası 2. Kademe'sinde elenen Kocaelispor, İstanbul BB, Gençlerbirliği gibi takımların oynadığı maç sayısı sadece 12.
Sonuçta bir yanda 21 maç oynayan Arda ve maksimum 12 maç oynamış ve milli olmamış bir oyuncu arasında bir kalite farkı mutlaka var. Ama bu, Arda'nın veya bir başka yıldız oyuncunun her maçta sahaya sürülmesini zorunlu kılıyor mu, bunu tartışmak gerekiyor. Sistem böyle işledikçe de her an sahada bir futbolcunun yere yığılma riski var...
***
Turkcell Süper Lig'de geçen haftanın akılda kalanlarına gelince, Fenerbahçe'nin daha önce söz ettiğimiz gibi duran toplarla gol bulmaya devam etmesi, 10 takımın rakip filelere gol atamaması, Kocaelispor'un 2-0 yenik duruma düştüğü bir maçta ligdeki ilk galibiyetini alması, Ankaraspor'un 11 resmi maçtan sonra yenilmesi ve Ankaragücü'nün 5 hafta aradan sonra Eskişehirspor gibi zor bir deplasmanda galip gelmesiydi.

alıntıdır_

Blogger Templates by OurBlogTemplates.com 2007