30 Aralık 2008 Salı

Joseba Etxeberria

5 Eylül1977 yılında bir Bask kenti olan Gipuzkoa kentine bağlı bir kasabada, Elgoibar’da dünyaya geldi. Futbolculuk kariyerine ise Bask’ın Athletic’den sonra gelen takımı Real Sociedad’da başladı. 1994-95 sezonunda Real Sociedad formasıyla ilk kez La Liga’da oynayan Joseba, o sezonun sonunda Bask’ın Milli takımı diyebileceğimiz Athletic Bilbao’ya 3 milyon euro gibi bir bedelle transfer olur. Henüz 17 yaşında bir oyuncuya ödenen bu bedel doğal olarak o dönemin rekoru olarak da kayıtlara geçti.

Adam olacak çocuk kendini belli eder ya! Joseba Etxeberria’da kendini hem İspanya genç milli takımlarında da hem de Real Sociedad’da kısa sürede belli etti işte. Sadece Basklıların forma giyebildiği Athletic takımı yeryüzünde eşine ender rastlanabilecek bir takım. Joseba Etxeberria’da bu takımda 1995 yılından bu tarafa forma giyiyor.

Orta sahanın sağında oynayan Etxeberria, 20 yaşına geldiğinde İspanya Milli takımına seçilir. 2004 yılına kadar 53 kez giyeceği İspanya Milli formasıyla 12 gol atma başarısı gösterip, 1998 Dünya Kupası, Euro 2000 ve Euro 2004’de Milli takım kadrosunda da yer alma başarısı gösterdi.

Erken yakaladığı şöhreti ise son yıllarda düşüşe geçti. Bu açıdan bakıldığında yaşıtı olan Raul’a da benzetebiliriz O’nu. 17 yaşında La Liga’da oynamaya başlayan, 18 yaşında 3 milyon euroluk bir transfer yapan, 20 yaşında Milli takımda oynayan bir oyuncunun futbolunun en olgunlaşacağı zamanlarda performansından kaybetmesi üzücü. Etxeberria her dönem mevkisinin en iyi oyuncularından biri olmayı başarmış bir oyuncu.

İspanyol futbolunun 90’lı yıllarının ikinci yarısı ve 2000’li yılların ilk yarısındaki 10 yıllık dilimde en önemli oyuncularından biri oldu. Sağ kanadın vazgeçilmez ismiydi. Joaquin gibi önemli de bir rakibi vardı tabi bu mevkii için. Rakip savunmacıyı karşısında aldığında O’nu durdurmak pek mümkün olmuyordu. O ya yapmak istediğini yapıyor ya da faule maruz kalıyordu. Ne var ki standart bir açık oyuncusu da olmadı sadece. Athletic için her zaman bir lider oyuncu oldu. Gol atma yeteneği hayli fazla da bir kanat oyuncusuydu. İyi şutları, isabetli pasları ve driplingleriyle önemli bir değerdi.

Joseba Etxberria çok büyük bir yetenek olmasına karşın hiçbir zaman dünya yıldızı olmaya erişemedi. Belki de O bunu böyle istedi diyebiliriz. Yetenekleri konusunda hiç şüphe yoktu elbette. Mükemmel bir teknik, hız, enerji ve oyun zekasına sahipti. Attığı isabetli şutlar da cabasıydı. Bu özellikler O’nun döneminde dünyanın en iyilerinden biri olması için yeterliydi aslında. Ne var ki Joseba Etxberria bir dünya yıldızı olmak yerine yerel bir yıldız olarak kalmayı yeğledi.

Başta Real Madrid ve Barcelona olmak üzere, birçok dünya devi O’nu kadrosuna katmak istediyse de Basklı oyuncu takımından bir türlü kopamadı. Buna cesareti yoktu diyebilirsiniz belki ama ben bunu daha çok formasına ve içinde bulunduğu aidete olan inancına bağlıyorum. O Athletic Bilbao’nun efsane oyuncularından biri olarak anılmayı, bir dünya yıldızı olma ihtimaline tercih etti.

Joseba Etxeberria’nın Athletic Bilbao’su kötü bir takım değildi elbette ama eski günlerinde de değildi. Bu da O’nun şöhretinin artmasına önemli bir engel teşkil etti diye düşünüyorum. Sanırım burada Fernando Torres’in iyi bir örnek olabileceğini söyleyebilirim. Atletico Madrid’den sonra gittiği Liverpool’da dünyanın önemli yıldızlarından biri haline kısa sürede geldi. Kim bilir Atletico’da kalmış olsaydı belki daha yerel bir yıldız olarak kalacaktı.

İşte; Joseba Etxberria, Fernando Torres ya da yeryüzündeki birçok dünya yıldızının yapmadığını yaptı ve takımından ayrılamadı. Bu takımın kaptanı ve her şeyi olarak yoluna devam etti.

Son yıllarda sakatlıklardan da yakasını bir türlü kurtaramadı ve bu nedenle de yaşı çok da ilerlememiş olmasına rağmen kendisinden beklenen düzeyde futbol oynayamıyor.

Futbolun para ile olan ilişkisinin hiç olmadığı kadar arttığı bir dönemden geçiyoruz. Futbolcular büyük paralar kazanıyor ve önemli bir şöhrete sahip oluyorlar. Joseba Etxeberria gibi bazıları ise kulüpleri için inanılmaz fedakarlıklar yapabiliyorlar. İşte formasını asla bırakmayan bu adamın gıpta ile izlenecek bir davranışı daha size; gelecek sezon yani futbolu bırakmadan önceki son sezonunda kulübünde ücretsiz oynayacağını açıkladı.

El Gallo(Horoz) lakaplı Joseba Etxberria, beş yüze yakın maçta oynadığı Bask takımında yüze yakın da gol atarak, unutulmaz futbolcular arasında kendine önemli bir yer edindi. Futbol hayatı boyunca gerek Athletic Bilboa’da gerekse İspanya Milli takımında 17 numaralı formayı giydi.

Joseba, birçok Basklı genç için bir idol. Bunu da fazlasıyla hak ediyor. O’nu gerek futbolu gerekse kişiliğiyle örnek alacak birçok genç oyuncu açıkçası beni gelecek için umutlandırıyor. Tabi sadece Athletic için değil futbol için de…

25 Aralık 2008 Perşembe

ALMANYA LİGİNE BAKIŞ

HOFFENHEİM

Bu sezon sadece Almanya için değil, bütün Avrupa’da yankı uyandıracak sürprizi yapan Hoffenheim takımı var. Geçen sezon ikinci ligde mücadele ederlerken, ben bu takımın 1. ligine çıkacağını ve geçen sezon Karlsruhe’nin yaptığı sürprizin daha iyisini yapacaklarını düşünüyordum. Ama ligin ilk yarısını şampiyonluk potasında ve lider olarak bitireceklerini açıkçası tahmin edemedim. Bazı kesimler bu takımı, kasaba takımı olarak görerek hafife alıyorlar. 1899 yılında kurulmuş bir takım. Başkanları Almanya’nın en zengin ilk 8 kişiden birisi ve teknik direktörleri Ralf Rangnick ise Almanya’da saygı duyulan ve değer görülen bir teknik adam. Kasaba takımı olabilir, ama ligde Bayern’den bile daha göze hoş ve iyi bir futbol oynuyorlar. Yaş ortalaması düşük genç bir takım. Tarihlerinde hiçbir kupa başarısı bulunmuyor. Lige iki galibiyetle başladılar. Leverkusen deplasmanında yedikleri 5 golden sonra ileri ki haftalarda puan kayıpları yaşasalar da, seri galibiyetler alarak kendilerini gösterdiler. Aslında bu takımı ben, bizim Sivas spora benzetiyorum. Hatırlarsanız, Sivas spor geçen sezon ligimizde şampiyonluk mücadelesi verirken, 3 büyükler karşısında aldıkları yenilgileri yüzünden şampiyonluğu kaybetmişti. Hoffenheim’da ligin ilk yarısında böyle bir portre çizdi. Ligin güçlü takımlarında sadece Hamburg’u yenebildiler. Eğer ikinci yarıda böyle bir grafik çizerlerse, şampiyon olmaları çok zor. Zaten ligin ilk 10 haftası çok önemli. Eğer 10 haftayı en az kayıpla ve şampiyonluk potasında girerlerse, o zaman bir mucize ile karşılaşma ihtimalimiz hayli fazla olacak. Gönlüm şampiyon olmalarında.


BAYERN MÜNİH

Sezona şampiyonluğun en büyük favorisi olarak giren Bayern, lige çok kötü bir başlangıç yapmıştı. Ligin ilk 7 haftasında beklenilmeyen sonuçlar aldılar. O haftadan sonra seri galibiyetler alarak ligin tek favorisi olduklarını bir kez daha gösterdiler. Zaten ligin ikinci yarısında onları şampiyonlukta Hoffenheim dışında başka bir takımın zorlayacağını sanmıyorum. Özellikle kale ve savunmaları bir büyük takıma yakışmayacak derecede hatalar yapıyor. Eğer ligin ikinci yarısında aynı hataları yaparlarsa şampiyonluğu kaybedebilirler. Kaleci Rensing’e hiç güvenmiyorum. Ribery faktörünü de söylemek istiyorum. Takım ona çok alışmış gibi görünüyor. Ribery’nin olmadığı bir maçta özellikle hücum yönünde aşırı derecede zorlanıyorlar. Takımın bu kadar bir oyuncuyu alışmaması lazım. Hatırlarsanız, Ballack Chelsea’ye gittiğinde Bayern 2006/2007 sezonunda kötü sonuçlar almış ve ligi ilk 3 arasında bile bitirememişti. Bayern, Ballack gittiğinde iyi bocalamıştı. Ribery’nin olası sakatlığında kötü sonuçlar alacaklarını düşünüyorum.


HERTHA BERLİN

Berlin takımı ise ligin ilk yarısını beklenilmeyecek bir derecede bitirdi. Onlar da ligi kötü başlangıç yapmıştı. Sonra ki haftalarda düzelen takım, özellik iç sahada seri galibiyetler aldı. İç sahada çok etkili oynayan ve iyi sonuçlar alan bir takım. Sezon ortasında Pantelic’in çıkardığı huzursuzlukları takımı fazla etkilemedi. Çünkü alternatif olarak Voronin vardı. Zaten Voronin geldikten sonra Pantelic’e bir şeyler oldu ve performansı geçen sezon gibi değil. Ligin ilk iki sırasındaki takımların sadece 2 puan gerisinde olmalarına rağmen şampiyonlukta pek şansları bulunmuyor. Bu sene şampiyon olabilecek kapasitelerinin olduğunu düşünmüyorum. Ligin ikinci yarısında yine iç sahada başarılı sonuçlar alacaklardır, ama dış sahada aynı şeyleri söylemem çok zor. Zaten dış sahadaki topladıkları puanların çoğunu şanslarının yardımıyla aldılar.


HAMBURG

Hamburg ise ligin güçlü takımlarının sezona kötü başlaması ve özellikle favori Bayern Münih’in kötü başlaması nedeniyle, ligi birkaç hafta lider götürdüler. Sezona yeni teknik direktörleri Martin Jol ile başladılar. Jol, takıma kendi sistemini oturtmaya çalışırken, takım göze hoş gelmeyen bir futbol oynamaya başladı. Oynadıkları futbolu açıkçası pek beğenmiyorum. Bir maçta Petric, diğer maçta Olic hem takımı, hem de Jol’ü kurtarıyor. Özelikle deplasmanlarda alınan kötü sonuçlar yüzünden iç sahada kazanılan puanların pek bir anlamı kalmadı. En son 1983 yılında şampiyon olan bu takımın, bu sezon şampiyonluk şansları matematiksel olarak yüksek görünse de, mantık olarak bunun çok zor olduğunu düşünüyorum. Ligin ikinci yarısının ilk maçını sahalarında Bayern’le oynayacaklar. Eğer Bayern karşısında galip gelirlerse, o zaman ligde çok şey değişebilir. Ligi 3. sırada bitirip şampiyonlar ligine katılmalarını bile başarı olarak görmeleri lazım.


BAYER LEVERKUSEN

Tarihlerin hiç şampiyonluğu bulunmayan bu takım, bu sezon şampiyonluk için ümitlenmişlerdi, ama beklenmedik kötü sonuçlar yüzünden bu sene de şampiyonluğun zor olduğunu bir kez daha gördük. Yine de Hamburg’un ne kadar şampiyonluk şansı varsa, bu takımın da o kadar şansı olduğunu düşünüyorum. Sezona teknik direktör Bruno Labbadia ile başladılar. Futbolculuk döneminde forvet olan Labbadia, takımını ofansif oynatarak cesur bir yönetim gösteriyor. Bazı maçlarda bu durum, takımın kolay gol yemesine sebep oluyor. Geçen sezonki Leverkusen ile bu sezon Leverkusen arasında en büyük fark ise takıma monte edilen Helmes olarak gösterebilirim. Kiessling ile iyi anlaşan Helmes, özellikle deplasmanlarda kontrataklarda çok etkili oluyor. Ligin ikinci yarısına çok zor fikstürle başlayacaklar. İlk 4 maçta alınacak sonuçlar, Leverkusen’in sezon sonunu nerede bitireceğini gösterecektir.


BORUSSİA DORTMUND

Ligde en son 2002 yılında şampiyon olan bu takım, taraftarlarının özlemini galiba bu sene de bitiremeyecekler. Sezona çok iyi bir kadro ile başlamışlardı. Ben, kadroyu görünce eski Dortmund’u görebiliriz diye düşündüm. Yeni teknik direktörleri Jürgen Klopp’u hiç hesaba katamadım. Korkak ve küçük düşünen Klopp yüzünden Dortmund ligin ilk yarısında istediği ve hak ettiği sonuçlara alamadı. Zaten Dortmund, son yıllarda ne kaybettiyse, yanlış seçim olan kötü teknik direktörler yüzünden istenilen başarıyı yakalayamadı. Bu teknik direktör yüzünden şampiyonluk şansları neredeyse yok gibi. Eğer bu takım ligi ilk 5’te bitiremezse, bu takıma çok yazık olur.

21 Aralık 2008 Pazar

AVRUPA DEĞERLENDİRMESİ

Avrupa’da tamamlanan ilk yarılar sonrasında, sırayla takımlarımızın Avrupa’daki ilk yarı değerlendirmelerini ve Bundesliga ilk yarı değerlendirmesini yapacağız.
İlk olarak Avrupa ile başlıyorum.Şampiyonlar Ligi’nde çok başarısız bir macera yaşayan Fenerbahçe ile başlayalım. Öncelikli olarak çok başarısız Şampiyonlar Ligi macerası ifadesini biraz açmalıyım. Şundan eminim ki Fenerbahçe 0 çektiği 2001-02 sezonunda bile bu sezondan iyiydi. Bunun nedenlerine gelince;1- O sezonki grup ekstra zordu. Bu sezon ise kura çekildiğinde grubun denk olduğunu söylemiştim. Takımların da zorluk derecesinin ortada olduğunu düşünüyordum. Fakat yanılmışım. Şampiyonlar Ligi’nin en zevksiz gruplarından biriydi ve takımların kalitesi de(en azından performansları) düşüktü. Çok klişe olacak ama geçen yılki Fener olsa bu gruptan 12 puan civarı bir şey toplayabilirdi.2- Fenerbahçe’nin gruptaki 2 puanını da 0-0 lık sonuçlarla alması, hiçbir maçta öne dahi geçememesi, taraftarını çıldırtan istatistikleriydi. 3- Oynadığı her maçtaki ruhsuz havaTüm bunları topladığımızda gerçekten 2001 den bile kötü bir performans olduğunu görüyoruz. 2003 yılında 6. olduğu sezondan sonra yeniden yapılanmaya girişen Fenerbahçe, ligde son beş yılı domine etti. Bu 5 yıl içinde 3 şampiyonluk kazanırken, 2 şampiyonluğu son anda(Denizli, Sami Yen) kaçırdı. Avrupa’da ise sürekli artan bir ivmeyle oynadı. Önce Şampiyonlar Ligi’nde 9 puanla 3. oldu, ertesi yıl güzel PSV-Schalke maçları izletti, sonraki yıl UEFA’da gruptan çıktı ve en nihayetinde geçtiğimiz yıl Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynadı. Bu beş yıllık süreçte Van Hoijdonk, Alex, Appiah, Anelka, Kezman, Tuncay vs. gibi Türkiye standartlarının üstünde oyuncular Fenerbahçe forması giydi. İsimler değişse de takımın başarılı performansı pek değişmedi. Bu durum, Fenerbahçe’nin forma ve kombine satışlarına hatta taraftar sayısına dahi yansıdı.Fakat tüm bu güzel tablolarla birlikte ileriye giden bir kulübün bu yıl en azından sportif başarı anlamında ciddi bir geriye gidiş yaşadığını görüyoruz. 2008in Nisan ayında Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynarken, Aralık ayında 2 puanla grup sonuncusu olmak vahim bir durum. Bunun sorumlusu büyük oranda yönetim(ya da eğer gerçekten tek başına yönetiyorsa Aziz Yıldırım). Aslında yaz boyunca yapılan komik ve anlamsız hamleler işlerin kötüye gideceğinin sinyallerini veriyordu. Bunlara daha önce çok değindik, daha değinmeyeceğim.Daha da vahim olan bir durum var. Yönetim eğer bu Ocak ayında düzgün hamleler yapıp, bir nevi yazın yaptığı hataları affetirmezse, 2008’in Nisan ayında Şampiyonlar Ligi çeyrek finali oynayan takım, 2009’un Nisan ayında ligde havlu atmış hatta Şampiyonlar Ligi vizesi alamamış dahi olabilir. İkinci yarıda derbileri deplasmanda oynayacağı ve rakiplerinin çokluğu düşünülürse bu hiç de şaşırtıcı olmaz. Konuyla alakasız olacak ama yaptığım bir tespiti paylaşmak istiyorum. NBA’i takip edenler Detroit Pistons’ın son beş-altı yılını bilir. Her sene başarılı olamasa da güçlü kadrosuyla ligi domine etmiş ve hep zirvede olmuştu Detroit. Bu sezon ise kadrosu çok zayıflamasa da eski güçlerinde ve havalarında hiç gözükmüyorlar. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi NBA’de de bu sezon birçok zayıf takımın olması nedeniyle hala iyi bir oranda kazanıyorlar ve iddiaları var fakat güçlü rakipler karşısında tökezliyorlar. Ve en önemlisi maçlarda eski ruhlarını ve havalarını kaybetmiş görünüyorlar. Ben Fenerbahçe’yi bu saydığım nedenlerle biraz Detroit’e benzetiyorum. Peki yönetim ne gibi hamleler yapmalı? Öncelikle yapabileceklerinin kısıtlı olduğunu söylemeliyiz. Yabancı sınırlaması var ve Fenerbahçe’nin Ocak ayında göndermek istediği yabancılarını göndermesi kolay olmayacaktır. Ayrıca gönderebilecek olsa bile yerine kimi alacak? İyi oyuncular pek kolay ara transferde yer değiştirmez. Değiştirecek olsalar bile Fenerbahçe’nin yaz aylarındaki popülaritesini kaybettiğini de unutmamalıyız. Bu durumda Türklere yönelmek gerekiyor. En son yazımda da belirttiğim gibi Türkiye’deki en iyi Türk oyuncu kadrosu Galatasaray’da ve nitelikli, Fenerbahçe’ye direkt katkı yapabilecek yabancıları ezeli rakibine hediye etmez Galatasaray. Bir Ayhan, Mehmet Topal bulması zor olacaktır Fenerbahçe’nin. Sivasspor değerlendirilmesi gereken bir maden olarak görülüyor ve çoğu yerde de Fenerbahçe’nin Sivas’ın yıldızlarına yöneldiği söyleniyor. Ben de bu düşünceye katılıyorum. Yapılan Gökhan Emreciksin transferi de bence takımın ihtiyacı olmadığı bölgeye yapılsa da mantıklı bir transfer. İyi bir Türk oyuncu temeli oturtmak için yapılan uzun vadeli bir transfer gibi gözüküyor. Yalnız bu oyuncuları aldığı gibi oynatması da gerekiyor Fener’in. Bu şekilde Fenerbahçe’de oynayamadan dönen bir çok Türk oyuncuyu biliyoruz.Mevkii olarak baktığımızda da Fenerbahçe’nin net bir önlibero ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Bence sol açık ve stoper için de birer alternatif alınabiliyorsa alınmalı. Hatta bu sezonki bazı maçlardan sonra Volkan’ın da kalitesini sorgulamaya başladım. Devre arasında kaleci değişmeyecektir ama sezon sonunda sözleşmesi biten Volkan ile Fenerbahçe yollarını ayırırsa pek şaşırmam.Gelelim Galatasaray’a. Galatasaray hakkında fazla yazmayacağım. Beni şaşırttığını söylemeliyim. Laf olsun diye oynanan Metalist maçı dışında üçte üç yaptı Galatasaray. Gruptan ikinci çıktı fakat gelen Bordeaux kurası sonrası bu ikinciliğin çok sıkıntı olmadığını düşünüyorum. Bence Galatasaray eleyebileceği bir takımla eşleşti, hatta elemesi gerekir. Tek sorun maçların Şubat’ta olması. Anlayamadığım bir nokta da bu. Hem Şampiyonlar Ligi’nde hem de UEFA’da bu tarz takvimlerin amacı nedir? Şimdi çekilen bir kurayı Galatasaray niye iki ay sonra oynuyor? Şu form durumları itibariyle Galatasaray, Bordeaux’yu eler, fakat Şubatta ne olacağı hiç bilinmez, bir de arada transfer dönemi var. Kısacası verilen bu inanılmaz uzun aranın futbolseverleri soğuttuğu gibi haksızlık da olduğunu düşünüyorum. İyi durumda olan takımlar ile kötü durumdaki takımlar arasındaki farkın kapanması için adeta süre tanıyor UEFA. Bu süre zarfında da doğru hamleler yapan takımlar(ayrıca da sakatları iyileşenler) avantaj sağlıyor. Ben şu form durumu ile Galatasaray’ın UEFA’da bir-iki tur daha oynamasını isterdim. Galatasaray’ın grubuyla ilgili çok ilginç bir nokta da maçlar başlamadan önce yapılan tahmini sıralamanın tam tersinin oluşması: 1. Metalist, 2. Galatasaray, 3, Olympiakos, 4. Hertha, 5. Benfica…Peki Galatasaray nereye kadar gider? Başta hiç ihtimal vermiyordum, sürpriz grup performansı sonrası belki iyi yerlere gelebilir demeye başladım. Finali her Galatasaraylı içten içe istiyor ama şu an için dillendirmekten kaçınıyor, ben de kaçınıyorum. Fakat Galatasaray tuhaf bir takım. Bordeaux eşleşmesinde Leverkusen gibi olursa da şaşırmam. Fakat Bağış Erten’in dediği gibi eğer öndeki hattı gününde olursa Avrupa’nın en güçlü takımlarına bile çok zor anlar yaşatabilirler. Galatasaray’a başarılar diliyoruz...

19 Aralık 2008 Cuma

Takımların Değişen Teknik Direktörüleri

BLACKBURN (İNGİLTERE) İngiltere Premier Lig takımlarından Blackburn’de beklenen oldu ve menajer Paul Ince’in görevine son verildi. Bu hafta içinde kulüp yönetimi daha önce Bolton’da büyük başarılara imza atan Sam Allardyce ile anlaştı.


REGGINA (İTALYA) Reggina alınan kötü sonuçlar sonrası teknik direktör Orlandi ile yollarını ayırdı ve göreve Giuseppe Pillon’u getirdi. 52 yaşındaki Pillon son olarak geçen yıl Serie B takımlarından Treviso’yu çalıştırmış ve temmuz ayında görevinden ayrılmıştı. Geçen yıl Mart ayında takımın başına getirilen Orlandi ise Reggina’nın küme düşme potasının dört puan üstünde ligi tamamlamasını sağlamıştı.


CHARLEROI (BELÇİKA) Belçika’nın Charleroi takımı geçen hafta Genk karşısında alınan 1-0’lık mağlubiyetten sonra Thierry Siquet’i kovdu. Hafta içinde göreve eski İskoçyalı milli futbolcu John Collins getirildi. Collins teknik direktör olarak daha önce Hibernian’ı çalıştırmıştı. LE


HAVRE (FRANSA) Fransa’da Le Havre takımında Jean-Marc Nobilo’un görevine son verilirken yerine Frederic Hantz getirildi. Genç teknik adam daha önce 2004 – 2077 yılları arasında Le Mans’ı sonra da 6 aylığına Sochaux’yu çalıştırmıştı. Jean-Marc Nobilo ise takımdan ayrılmadı ve sportif direktörlük görevine getirildi.


PANSERRAIKOS (YUNANİSTAN) Yunanistan ligi takımlarından Panserraikos’ta alınan kötü snouçların ardından Giannis Papakostas ile yollar ayrıldı. Göreve Belçikalı Hugo Broos getirildi. 1970’li yıllarda Anderlecht’in meşhur kadrosunda yer alan Broos şu an 59 yaşında ve teknik direktör olarak hiç Belçika dışında görev yapmadı.


HARTLEPOOL (İNGİLTERE 1. LİG) Hartlepool 2.5 yıldır görev başında olan menajer Danny Wilson’u kovdu. Wilson 2007 yışında Hartlepool’u 1.lige çıkardı ama bu yıl aldığı kötü sonuçlarla ligin altında yer alıyordu. Göreve geçici olarak spor direktörü Chris Turner getirildi.


İSKENDERUN DÇ (TFF 2.LİGİ) TFF 2. Lig 5. Grup takımlarından İskenderun Demirçelikspor'da, Haluk Bulgurlu'dan boşalan teknik direktörlük görevine Erkan Sözeri getirildi. Daha önce Kırıkkalespor, Muğlaspor, Uşakspor, Erzincanspor, Şanlıurfaspor ve Türk Telekom'da görev yapan belirtilen Erkan Sözeri'nin sezon sonuna kadar takımı çalıştıracağı bildirildi.

16 Aralık 2008 Salı

FUTBOLDAN NOTLAR

Trevor Sinclair bir ara İngiltere Milli takımında da yer almış aslında vasat bir orta alan oyuncusudur. Pozisyon olarak birkaç mevkide oynayabilmesi sebebiyle çokça da işlevseldir. Buraya konuk olma sebebi ise şudur.

Bir Manchester derbisi öncesi City oyuncusu olan Sinclair derbiden gol atmak seks yapmaktan daha zevklidir der. Tesadüfe bakın ki Sinclair bu maçta bir kez fileleri havalandırır. Çok büyük mutluluk yaşar Trevor. Bu sözü de derbilerin yalnızca taraftarlar için değil oyuncular içinde çok önemli olduğunu gösterir niteliktedir.

Gelelim Cassano’ya ve yediği nanelere. Antonio Cassano inanın yeteneğini tam kullanabilip istikrarı ve disiplini yakalayabilseydi kesinlikle şu an daha büyük bir kulüpte oynuyor olurdu. Gerek sinirliliği gerek disiplinsizliği gerekse ciddiyetsiz oluşu kendi kariyerinin çok inişli çıkışlı olmasına sebep oldu.

Son marifeti ise çıkardığı kitabı ve içinde söyledikleri. Bilmem kaç kadınla yattım muhabbetlerini gereksiz olduğu için aktarmayacağım ama Capello’ya söylediği sen Monopoly’deki paralardan da daha sahtesin sözü futbol tarihine geçebilecek bir kelime öbeği olmuş. Ki şu andaki takımı Sampdoria’daki başarısının sebebini güzel Genoa kızlarına bağlayarak basını bir kez daha üzerine çekmişti.

Aranızda Giovinto Plasmati’yi tanıyan birisi var mı. Lafı bile olmayacak bir kariyere sahip olan oyuncu, 1.99 luk boyuna rağmen hiçbir takımda dikiş tutturamamış Serie C’de bile bir sezonda 10 golü zor bulmuş biri. Bu sezonda Catania’da maçların son on dakikasında oynamaktadır.

Sorabilirsiniz tabi ki be adam o zaman niye yazıyorsun bu kadar cümleyi diye. Yazma sebebim şu; Bu arkadaş 17 Kasım tarihinde oynanan Catania Torino maçında öyle bir harekete imza attı ki bu hareket mutlaka tarihe geçecektir. Ama iyi yönde değil.

Maçta son dakikalar oynanmaktadır ve durum beraberedir. Catania serbest vuruş kullanacaktır ve Torinolular barajı kurar. Bu çok akıllı kardeşimizde barajın arkasına geçer tam takım arkadaşı Mascara topa vuracakken hızlı bir hareketle şortunu indirir. Maksat kalecinin dikkatini dağıtmaktır. Torino kalecisi Sereni olaya dikkat etmediğini söylemiştir ama Plasmati hedefine ulaşmış top ağlar ile kucaklaşmıştır. Tabi golün sebebinin bu olduğu söylemek zor çünkü kaleci doğru yere yatmış ancak kurtaramamıştır topu. İtalya’da kazanan haklıdır Machiavelli yine kazanan olmuştur.

Ve ülkemizde bir kez görülen ırkçılık vakasına imza atan Mehmet Ali Yılmaz ile yazımızı bitiriyoruz. Trabzonspor yeni sezona golcü transferi ile girer ancak bu arkadaş bir türlü gol atamaz gönderilecek olduğunda da M.Ali Yılmaz’ın tarihe geçen şu sözü yankılanır.

Yahu biz adamı gol makinası diye aldık, adam çamaşır makinası çıktı.

11 Aralık 2008 Perşembe

BARCELONA

Barcelona lige kötü başladı. Sezonun ilk maçında ligin yeni ekiplerinden Numancia'ya yenildiler, ikinci maçta ise Racing'i kendi sahalarında yenemediler. Teknik direktörlüğe tecrübesiz Guardiola'yı getiren, Ronaldinho ve Deco'yu gönderen Barcelona ile ilgili soru işaretleri beklendiği gibi çoğaldı. Barcelona bu iki maçı kazanamamasına rağmen muhteşem bir futbol oynadı ve iki rakibini de oyun olarak ezmeyi başardı.

Barcelona iki maç sonra yükselişe geçti ve arka arkaya dokuz lig maçı, üç Şampiyonlar Ligi maçı kazandı; İspanya Kupası'nda tur atladı. Şampiyonlar Ligi'nde grubunu lider bitiren Barcelona ligde son iki maçında Sevilla ve Valencia gibi ilk dört iddiası bulunan iki takımı adeta yerle bir etti, zirvedeki yerini sağlamlaştırdı. Barcelona ligde 14 maçta 44 gol atıp sadece 9 gol yedi. Kazandığı on maçın yedisinde en az üç fark attı. Zor maçlar serisine girdiğinde; Sevilla'yı deplasmanda 3-0, Valencia'yı Nou Camp'ta 4-0 ile geçti.

Barcelona genel olarak 4-3-3 sistemiyle oynuyor. Geri dörtlüyü Abidal-Puyol-Marquez-Dani Alves oluşturuyorlar. Dani Alves yeni gelmesine rağmen müthiş bir uyum sağladı ve gerçek bir şampiyon gibi oynuyor. Kaptan Puyol her maçı ölüm kalım maçı gibi oynuyor. Öyle bir savunma kurgusu ki, Pique gibi bence son derece vasat bir savunma oyuncusu bile rahatlıkla forma giyebiliyor. Orta üçlüde Xavi-Iniesta-Yaya Toure üçlüsü var gibi gözükse de Xavi dışında herkes değişiyor. Iniesta yaklaşık bir aydır sakat. Yedek oyuncuların Gudjohnsen, Seydou Keita ve Aliaksandr Hleb olduğunu da hatırlatalım. Barcelona'nın ileri üçlüsünde Thierry Henry-Samuel Eto'o ve Lionel Messi üçlüsü var. Bu üçlüden Thierry Henry geçen sezon biraz eksik kalmıştı ki, bu sezon tam uyumu sağladı. Samuel Eto'o gol atmada üzerine düşeni yapıyor. Lionel Messi de gereğinden fazla gelişti. Yedekte Bojan Krkic gibi önemli bir silahın olduğunu da belirtelim.

Barcelona'yı özel kılan her zaman ama her zaman keyif veren futbol oynama özellikleri olmuştur. Bu sezon ise bu özelliklerini biraz daha fazla öne çıkarıyorlar. Valencia maçını izleyenler görmüştür ki; futbolcular işlerini yaparken müthiş bir keyif alıyorlar ve bu keyfi seyirciye de yansıtıyorlar. İlk golde Yaya Toure kendisinden hiç beklenmeyecek bir şekilde orta sahanın ortasında aldığı topu ceza alanındaki Thierry Henry'nin tam ayağına düşürdü ve golü attırdı. İkinci golde ise Dani Alves kendi ceza alanının önünde aldığı topu ileriye taşıdı, Hleb topuk pası yaptı, Henry golü attı. Barcelona kazanamadığı maçlarda bile topa %60-%70 arasında bir yüzdeyle sahip oluyor ve rakibine sahayı dar ediyor.

Tam zamanında form yakalayan Barcelona bu haftayı en yakın rakibinin altı puan önünde tamamladı. Gelecek hafta El Clasico'da Real Madrid'i ağırlayacaklar, daha sonra ise Villarreal maçına çıkacaklar. Barcelona bu maçlarda rakiplerini yenerse puan farkı iyice açılacak. Barcelona için sorun geçen sezonlarda Lyon'un başına geldiği gibi aşırı rehavet nedeniyle form düşüklüğü olabilir. Dikkat diyorum, Barcelona'dan beklentim sadece lig şampiyonluğu değil...

9 Aralık 2008 Salı

ARDA TURAN

Bildiğiniz gibi Fenerbahçe, Galatasaray’ı 4-1 yendi. Fakat çoğu Galatasaraylı için skordan çok Galatasaraylı futbolcuların saha içindeki amatör duruşu daha üzücüydü. Tüm futbolcular sürekli hakemle, rakip oyuncularla ve tribünle uğraştı. Fenerbahçe, Galatasaray’ı daha önce de yendi bundan sonra da yenecek fakat eğer sen yenilmeyi bilmiyorsan bu mağlubiyet taraftarına daha çok acı verir. Mahallede oyun oynarken yenilince mızıkçılık yapan çocuklar gibiydi Galatasaraylı oyuncular.En çok dikkati çeken ise Arda Turan oldu. Tribüne, yan hakeme, Selçuk’a yaptıkları tüm hafta medyanın gündemiydi. Yazıyı yazma sebebim olan Arda’ya geçmeden önce Arda’nın bu davranışlarının arkasında yattığını düşündüğüm yapıyı biraz uzunca anlatmaya çalışacağım. Yazının burasından itibaren de sürekli kullanacağım için kısaltmak amaçlı Galatasaray’a GS diyeceğim.GS futbol takımı yaklaşık 15 yıldır Türkiye’de genelde en nitelikli Türk oyuncu kadrosuna sahip oluyor. Bunun nedeni ise altyapısının gücü ve bu işe önem vermeleri. Mehmet Topal gibi bir adamı Dardanel’den yüklü bir miktar ödeyerek alıp, korkmadan düzenli oynatabilmek Türkiye’de diğer büyüklerde pek göremediğimiz bir şeyFakat bu Türk oyuncu kadrosunun başka bir boyutu da var. Takım içindeki en önemli isimler olmaları nedeniyle olduğunu düşündüğüm güçlü bir Türk oyuncu cemaati var GS takımı içinde. Tarikat derken kimse dini bir cemaat kastettiğimi sanmasın. Zaman zaman Gsli oyuncuların cemaatlerle ilişkisi ortaya çıksa da tüm Gsli oyuncuları cemaatçi diye nitelemek hoş olmayan bir davranış. Güçlü Türk oyuncu cemaatinden kast ettiğim, oluşturulan sıkı arkadaşlık ve sürekli birlikte hareket etme olgusu. Amatörce hareket etme, maçlarda aşırı gaza gelme ve bunların sonucunda gelen başarılar. Fatih Terim dönemindeki 4 yıl üst üste şampiyonluk ve Uefa Kupası hep bu yapının ürünü. Belki UEFA Kupası’nın temelinin iyi kadro olduğunu söyleyebiliriz ama 3 yıl üst üste şampiyon olduktan sonra 4. senede hala kupa maçlarında bile ekstra motive olmak, gelene gidene 5 atmak kolay açıklanacak bir iş değil, arkasında yatan şey arkadaşlık, aşırı hırs ve motivasyon.Sonraları Galatasaray kadrosu zayıflasa da yine bu yapı sayesinde Galatasaray, 2002, 2006 ve 2008’de kamuoyu tarafından muıcize olarak nitelenen (bana hep saçma gelmiştir bu, Gsin şampiyon olması nasıl mucize olur, Kocaelispor mu bu?), mucize olmasa da sürpriz 3 şampiyonluk getirdi bu yapı Galatasaray’a. Zaten yabancı sınırlamasının olduğu ve başarı için sürekli motivasyon ve hırsın olması gerektiği lig yarışında başarının temeli nitelikli Türk oyuncu kadrosu. Bunun benzerini basketbolda Fenerbahçe Ülker’de de görüyoruz. Olayın başarı kısmı bu. GS bu Türk oyuncu kadrosuyla lig yarışında her zaman iddialı oluyor. 2. Fatih Terim dönemindeki 6. olunan sezon dışında 12 yıldır her sene şampiyonluk yarışının içinde olmasını ve bu döneme 7 şampiyonluk sıkıştırmasını bu yapıyla açıklıyorum ben.Olayın diğer boyutuna gelirsek. Eskişehir maçında yenilen nizami denilebilecek bir beraberlik golünden sonra tüm takım hakeme itiraz etmek de bu yapının ürünü. Dünya’da bunun başka bir örneği yoktur. Dakika 70, skor 2-2, son derece normal bir gol yiyorsun ve 11 kişi hakeme itiraz ediyorsun.

Sırasıyla, Fatih Terim, Bülent ve Hakan Şükür’ün ayrılmasıyla zayıflamasını beklediğimiz bu yapı hiç bozulmuyor. Çünkü artık takım içine yerleşmiş ve yeni gelenlere miras kalıyor. Sezon başında Hakan Şükür gibi bu yapının(gerçi onun saha içinde pek dalaşı yoktu ama saha dışında takımı örgütleyen en önemli isimdi) temel taşının kadroda tutulmaması ve tecübeli yabancı oyuncuların alınması belki de yönetim tarafından özellikle yapılan bir hareketti. Fakat sonucu değiştirmedi. Hasan Şaş, Ümit Karan, Ayhan gibi uzun yıllardır takım içinde bulunan isimlere Sabri, Arda gibi isimler de eklendi. İsim vermek çok doğru da değil aslında. Önemli olan yapı. Zaman zaman tüm oyuncuların, Hakan Balta gibi sakin bir oyuncunun bile saha içinde kendini kaybettiğini görüyoruz.Aslında her şeyi Fenerbahçe maçı öncesi Adnan Polat özetledi: “ FB-GS maçları zaten önemlidir, biz futbolcuların aşırı motive olmasından korkuyoruz.” Dışarıdan bakıldığında pek anlamı olmayan bu sözün Galatasaray’ın içini çok iyi bilen başkanı tarafından ne amaçla söylendiği önemli. Ben GS kampında falan değildim tabii ki, ama o maç öncesi Kewell, Baros, Meira gibi yabancıların Türkler tarafından bu maça ne şekilde motive edildiklerini, neler anlatıldığını az çok tahmin edebiliyorum.Epey uzun bir şekilde özetlemeye çalıştığım yapı bu. Klasik deyişle bir araya geldiklerinde çok tehlikeli olan oyuncular bu isimler. Bu oyuncuları başka takımlara koyarsak farklı şekilde davranacaklarını düşünüyorum.Arda’ya gelisek. Saha dışında sürekli güler yüzlü ve sempatik tavırlar sergileyen Arda’nın saha içinde bir canavara dönüşmesini izliyoruz bazen. Tamam Arda hırslı bir oyuncu ve onu bu kadar kaliteli yapan da o hırsı. Fakat yine de olayın bu noktaya gelmesi hırsla açıklanamaz. Arda yaptıklarını meşru görüyor. Bu da takım içindeki o yapıdan kaynaklanıyor. Sağına, soluna bakıyor, onu dizginleyecek olan yok, arkadaşları da aynı zaten. Hasan Şaş pek çok kişinin gözünden kaçan vahim bir açıklama yapmıştı yıllar önce GS dergisine. Tam olarak hatırlamıyorum ama özü şuydu: “ Hakemlere kızmasak, bağırmazsak üstümüze çıkıyorlar” Yani takım içindeki mentalite bu. Yönetim de pek karışmıyor gözüküyor ya da karışsa da bunu yıllardır engelleyemiyor.Arda, artık futbolculuğu tartışılmayacak bir boyuta geldi. Düzenli Gs maçları izleyenler onun bu takımın en önemli oyuncusu olduğunu biliyor. Üstün hücum gücünün yanına, aşırı presini, defansa yardımını da izlemek herkesin hoşuna gidiyor. Türkiye liginin üstünde bir oyuncu olduğunu ve Galatasaray takımında bile yokluğunun ne kadar ciddi bir şekilde hissedildiğini görmeye başladık. Şu anda milli takımın da bankosu olan 6 nitelikli orta saha-hücum elemanımız var ülke olarak: Aurelio, Hamit, Tuncay, Nihat, Arda, Semih. Bu oyuncular içinde gerek yetenekleri gerekse yaşı itibariyle en öne çıkanı Arda bence. Bu da onun en değerli Türk futbolcu yapıyor benim gözümde. Süperlig’de de ondan iyi olsa olsa Alex ile Deivid vardır. Fakat onları da yaşı Arda’nın arkasına koyuyor. Ligin de en değerli oyuncusu yani(yine bence)Fakat antipatik tavırları onun değerini azaltıyor. Bu antipatik tavırlarının yanıda bir de bazen Galatasaray amigosu gibi konuşması var. İşte Arda’nın bu ayki GS dergisine verdiği bazı demeçler :''Galatasaray'dan başka Türk takımı, Allah bana o günleri göstermesin'' ''Fenerbahçe'nin Kadıköy'de çok kolay yenileceğini düşünüyorum. Ama şöyle bir şey var. Bizde kaybedeceğiz diye bir korku ya da stres yok. Ancak bizim dışımızda öyle bir hava oluşturuluyor. Sendromu yaşayanlar başkaları'' ”Tüm stat bize her türlü küfürü koro halinde ediyor. Ali Sami Yen bu olanların yanında cennet gibi. Her takım bizim stadımızda rahatlıkla oynuyor. Herhangi bir baskı yok. Zaten böyle olmalı. Bize yapılanlardan, atılan yabancı cisimlerden edilen küfürlerden kesinlikle bahsedilmiyor”Arda’nın sıkı bir Galatasaraylı olması elbette taraftar önünde onun sempatisini arttırır ama Arda’nın bu tarz şeylere ihtiyacı yok. O Galatasaraylı kalsın fakat bu tarz demeçler ile tüm spor kamuoyuna olduğu gibi sağduyulu GS taraftarına da antipatik gelecektir. Antipatik olmamak çok önemli, çünkü her zaman kamuoyunun ve medyanın antipatisini kazanan oyuncuların performansı düşer, hatta bazen iyi oynasa da beğenilmez. Bunu Arda’da da görüyoruz. Bazen süper oynuyor, ertesi gün eleştirildiğini görüyoruz. Tabii bizim medyamız da az değil, adamın sakalına bile laf attılar. Son olarak Galatasaray’ın sezon sonunda Arda’yı satması gerektiğini söylemek istiyorum. 3 sezondur taraftara, uzun zamandır hasret kalınan yeteneğini gösterdi. Bunu altyapıdan çıkan bir oyuncu olarak yapması, ayrı bir sevilmesini sağladı. Bir şampiyonlukta başrolü oynadı. Bu sezonda gelebilecek bir şampiyonlukta(ki gayet olası) ya da UEFA’da bir çeyrek finalde(gayet olmasa da o da olası) yine başrol olacak. Kısacası misyonunu tamamladı. Arda gibi bir oyuncu Türkiye’de fazla durmaz, durmamalı. Sürekli olarak gazetelerde, internette vs. ona değerler biçildiğini görüyoruz. Transfermarkt.de her ne kadar çok geçerli bir site olmasa da, biçilen 15 milyon avro abartılı da olsa Arda’nın ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Arsenal’in istediği söyleniyor. Rubin Kazan’ın 20 milyon avro önerdiği söyleniyor. Bunlar yalan da olabilir ama uydurulması bile Arda’nın niteliğini gösteriyor. Ben şu kadrosunda bir sürü tuhaf adama sahip olan Arsene Wenger’in Arda’yı kaçırdığını veya istemeyeceğini sanmıyorum.Bu sezon sonunda Arda satılmazsa, kanımca süreç tersine işlemeye başlayacak. Yavaş yavaş değeri düşecek, Arda teklifleri duydukça huysuzlanacak, takımın da kötü gitmesi halinde performansı iyice düşecek. Bu kez kimse almayacak. Sözleşmesi bitince kulübe de kızıp bavulunu toplayacak, zirvedeyken gitmediği için ve bonservissiz gittiği için yeni takımında hiçbir zaman beklediği önemi göremeyecek. Zaten çok profosyonel bir tavrı yok, muhtemelen sıkılacak ve Türkiye’ye dönmeye karar verecek. Aziz Yıldırım hala FB başkanı oluyor olacak, GS’ın stadı hala bitmemiş ve ekonomisi hala düzelmemiş olacak. Aziz Yıldırım Arda ‘ya süper bir tekilf yapacak ve haliye FB’nin teklifi daha cazip olacak, Arda Fener’e gidecek, sonra ben doğuştan Fenerliydim falan diyecek.Bu hikaye size birisini hatırlattı mı? Elbette yazdıklarım şaka niteliği taşıyor. Fakat az da olsa bu şakada da bir gerçeklik olmadığını kimse iddia edemez.


OrtaKafaGol'den alıntıdır_

3 Aralık 2008 Çarşamba

İTALYA LİGİNE BAKIŞ

Liderlik koltuğunda bulunan Inter iyi kötü yoluna devam ediyor. Birkaç haftalık süren savunma sıkıntısını atlatan ekip son haftalarda da gol yollarında sıkıntı çekiyor ancak usta ayaklar ile bir şekilde golü bulmayı becerebiliyorlar.

Basında Inter’in oyunundan daha çok konuşulan şey ise Jose Mourinho ve hareketleri. Her türlü basını karşısına alan Jose Mourinho her hafta birilerine çatarak manşet olmayı biliyor. Gazeteler de Mourinho ile uğraşmaktan vakit bulup Inter’i inceleyemiyorlar bile.

İkinci sıradaki Milan ise son haftalarda bireysel yetenekleri ile puanlar alan bir ekip görünümünde. Birkaç haftadır takım olarak iyi oyunlar oynayamıyorlar ancak bir oyuncu çıkıp oyunun kaderini değiştiriyor. Bu nereye akar gider bilinmez ama şu gerçek var ki Milan’da oyunun kaderini değiştirebilecek pek çok oyuncu bulunuyor.

Üçüncülük koltuğu sahibi Juventus Real Madrid ile Torino’da oynanacak maç öncesine kadar büyük krizdeydi. Ancak o maç sonrası silkelenip yükselişe geçtiler ve son Inter maçı haricinde tüm maçları kazandılar. Kaptan Del Piero 35 yaşında olmasına rağmen formundan hiçbir şey kaybetmemiş gibi. Her hafta attıkları serbest vuruş golleri de cabası. Takımdaki sakatlıkların takıma yorgunluk olarak dönüp dönmeyeceğini ise zaman gösterecek.

Napoli Fiorentina Lazio ve Udinese bu üçlüyü en yakından takip eden takımlar. Napoli sezonu oldukça iyi götürüyor. Gerek Hamsik gerek Lavezzi gerekse Dennis takımda oldukça etkili olan oyuncular. Yılların yedeği Zalayeta’da bu yıl oldukça etkili ve faydalı.

Fiorentina ise kötü başladığı sezonda erken toparladı. Şampiyonlar Liginde de az da olsa tur geçme umutları sürüyor. Son iki sezonda Milan’da yokları oynayan Gilardino kendisini bulmuş durumda ve bu Fiorentina için fazlasıyla iyi bir haber.

Lazio’da geçen yıla göre oldukça iyi durumda. Zarate Serie A’da sezonun en iyi takımlarından bir tanesi ancak zaman zaman her şeyi yapmaya çalışması da enteresan. Udinese ise birkaç haftadır aldığı kötü sonuçlar sebebiyle üst gruptan biraz düşmüş durumda ancak yine de güçleri yerinde.

Bu sezonun başlarında da orta sıralar yine Sampdoria Catania Atalanta Palermo ve Genoa tarafından paylaşılıyor. Bu takımların ortak özelliği iç sahada kolay kolay mağlup olmamaları ve dışarıda da pek başarılı olamamaları. Özellikle Genoa’nın iç saha performansı mükemmel.

Alt sıraları ise ikiye ayırmak gerekir. Siena Cagliari Roma ve Lecce daha alttaki takımlara göre daha iyi ekipler. Özellikle Roma’nın burada olmasına anlam veremiyorum ve çok kısa sürede bir üst gruba yani orta sıralara tırmanmalarını daha uzun vadede de ise Lazio Napoli gibi takımların arasına katılmalarını bekliyorum. Geri kalanlara bakacak olursak Siena her sene olduğu gibi bu yılda dişiyle tırnağıyla mücadele eden bir ekip. Cagliari lige korkunç başlasa da müthiş bir toparlanma içinde. Lecce son maçta farklı mağlup olsa da genel olarak kontrollü oyunu iyi oynayan bir takım.

En dipte de Torino Reggina Bologna ve Chievo bulunuyor. Torino bu takımlara nazaran daha iyi bir takım olsa da istikrarsız oluşu kendilerini bu gruba atmama sebep oldu. Yine de istikrar yakalarlarsa daha farklı olabilirler. Grubun diğer takımları Reggina ve Bologna’da son haftalarda kıpırdanmalar var ancak bunun sonucu ne olacak belirsiz. Konuk Chievo ise şimdilik umutsuz vaka gibi görünüyor.

İtalya Liginde gol krallığı listesinin başında 11 gollü Genoa’lı Diego Milito bulunurken onu Floransa’lı Gilardino dokuz golle takip ediyor.

İtalya’da son haftaların şüphesiz en enteresan olayı Catania’nın Torino’ya attığı frikik golüydü. Pozisyonda Catania’lı oyunculardan birkaçı Torino kalecisi Sereni’nin dikkatini çekmek için şortlarını indirdiler. Sereni’nin dikkati dağılmasa da gole engel olamadı. Olayların bir iki gün sonra açıklığa kavuşmasının ardından İtalya Hakem Komitesi başkanı Collina böyle bir olayı tekrarlayan oyuncuların kart ile cezalandırılacağını bildirdi.

Sampdoria’nın haşarı oyuncusu Cassano ise yeni çıkardığı biyografisinde kaç kadınla birlikte olduğunu bunların neci olduğunu anlatarak çapkınlık defterini ortaya koydu. Bu sayısal başarıdaki sırrının ise kamyon yükü ile gül olduğunu da bildirdi.

Serie A’da transfer kazanı da kaynamaya devam ediyor.Son haberlere göre Drogba’nın Mourinho’nun menajerleri ile görüştüğünü okuduk gazetelerde.Ocak döneminde Milan’a gelecek olan Beckham bakalım Britler İngiltere’de başarısız olur teoremini yıkabilecek mi?

2 Aralık 2008 Salı

Yıllığına 3 Milyon Euro !

Günümüzde futbolcular belki de en çok kazanan grubun içinde olan insanlar.Belirli bir yaşa kadar bu işi yapmaları bir dezavantaj gibi görünse de eğer ki başarılı futbolcularsa hem kulüplerinden aldıkları paralar hem de transfer paraları inanılmaz rakamlara ulaşıyor.İşte bunlardan biri de Fenerbahçeli Deivid…Bu yıl sonu sözleşmesi bitecek olan Deivid Fenerbahçe’nin en iyi isimlerinden biri.Brezilyalı futbolcu yıllık 1 milyon Euro’ya oynuyor.Ancak sezon sonu bitecek olan sözleşmenin uzatılması için yapılan görüşmede Deivid tam 3 milyon Euro istedi!Bu da %200 zam demek oluyor.
Mukaveleleri biten Alex, Deivid, Lugano, Selçuk ve Volkan’la görüşmeleri sürdüren, Roberto Carlos ile de 1 yıllık sözleşme uzatan Fenerbahçe’de sakatlıktan yeni çıkan Deivid’in bu isteği karşısında yöneticilerin dudağı uçukladı. 6 Temmuz’da sezonun ilk idmanında ayağı kırıldığı için ancak 25 Ekim’deki Bursa maçında sahalara geri dönebilen Deivid, menajeri Juan Figer aracılığıyla F.Bahçe’ye sunduğu şartlar şöyle: ‘’ 2 yıllık mukavele ve sezon başına net 3 milyon Euro..”
31 Mayıs’ta kontratı sona erecek olan Deivid, 3 sezondur yıllık 1.2 milyon Dolar'a (1 milyon Euro) oynuyordu, bu yüzden talep ettiği zam yönetim tarafından hayretle karşılandı…Ancak takımda bulunan 4 futbolcunun aldığı yüksek ücretlerden dolayı Deivid de böyle bir meblağ talep etti.Fenerbahçe 3 sezon önce Deivid’i Sporting Lisbon’dan 5.5 milyon Euro’luk bondervisle transfer ettiğinde takım içinde şuandaki gibi ücretlerde uçurum gibi farklar yoktu. Şimdi ise senede Carlos 4, Güiza ile Emre 3’er buçuk, Alex ise 3.2 milyon Euro kazanıyorlar.
Deivid bu yüksek rakamlardan rahatsızlık yaşarken kendi parasını katlamayı düşünüyor ve Fenerbahçe yönetimi de Deivid için 2 tane Avrupa klübünün peşinde olmasından huzursuzluk duyuyor.Bu iki kulüp Sevilla ve Real Betis …Deivid geçen sezon Şampiyonlar Ligi’nde 5 gol atarak dikkatleri çekmişti.
Bakalım Deivid’in istediği parayı yöneticiler gitmemesi için kabulleniceklermi yoksa Deivid kendisini isteyen kulüplerden birinemi gidicek bunu zamanla göreceğiz…

1 Aralık 2008 Pazartesi

Türkiye'deki Teknik Direktör Sendromu

Ülkemize gelen yabancı teknik direktörlerin neden tutunamadığı tam bir muallak.Gelen yabancı çalıştırıcı en fazla iki sene durup çekip gidiyor.Peki örneğin;Avrupa’da Arsenal uzun bir süre başarı gösterememesine rağmen neden uzun zamandır Arsen Wenger’i elinde tutuyor?Acaba bizmi çok sabırsızız yoksa Avrupa bu işi bizden daha az mı biliyor?
Galiba burada bizim kulüp başkanlarımızın ve yöneticilerimizin çok önemli etkisi oluyor.Buna basın da etki edince istifalar kovulmalar kaçınılmaz oluyor.En basit bir örnek vermek gerekirse Fenerbahçe Spor Kulübünün büyük uğraşlarla İstanbul’a getirdiği Zico,Fenerbahçe’ye Avrupa’da çeyrek final oynattı ve Fenerbahçe ile arasında tabiri caizse dağlar kadar fark olan Bunyodkor’a gitti.Tarihi bir başarı yakalamış olan Zico’nun gidişi tam bir belirsizlik içinde.Sessiz sedasız kayboldu gitti.Sorun belki paraydı belki anlaşmazlıklardı.Ama gerçek olan bir şey var ki Türkiye’de takım çalıştıran teknik direktörlerden beklenen işlemler mucizeler adeta.Skibbe’den UEFA,Aragones’ten Şampiyonlar Liginde tarihi başarılar.Hepside olabilir ama zamanla olacak işler bunlar.Türkiye’de yabancı teknik direktörlere karşı büyük bir ön yargı var ama bir okadar da bağımlılık var.Yerli Çalıştırıcılarımız var onlarda Yabancılar ile aynı seviyeye geldiler.Lig olarak düştüğümüz durum gerçekten komik üç maça çıkmış bir yabancı teknik direktörü göndermekten bahsediyoruz.Hem paraya,hem emeğe,hem ülkemize yazık oluyor gibi geliyor bana.

Blogger Templates by OurBlogTemplates.com 2007