7 Mart 2009 Cumartesi

6 NUMARA

Endüstriyel futbol denen safsata çıkmadan önce her takım ilk 11 e birden 11’e kadar uzanan numaralar ile çıkardı.1 numarayı klasik olarak kaleciler kullanırken 2 numara sağ beki 3 numara sol beki 4 ve 5 numaralarda stoperleri belirtirdi. Geri kalan numaraları genel olarak forvet ve orta saha oyuncuları paylaşırdı. Bunun tek bir istisnası vardı, Milan ve Franco Baresi.Bir libero olmasına rağmen İtalya Milli takımında da Milan’da da hep altı numaralı formayı ıslatmıştır.

Geleneklerine çok bağlı bir kulüp olan Milan’da şu anda 6 numaralı forma kullanılmamaktadır. Bu forma efsane kaptanlardan Franco Baresi’ye aittir.

6 Mayıs 1960 tarihinde Bresica’da doğar Franco Baresi. Abisi Giuseppe ile beraber futbola düşkündür. Çocukluğunda top oynadıktan sonra günün birinde bir futbol takımına yazılmak için Milano yolunu tutarlar abisi ile beraber. İlk önce Inter’in kapısını çalarlar ki bu tarihlerde Inter biraz daha parlak bir takım olarak görünmektedir. Baresi kardeşler Inter kulübüne giderler ancak altyapı da ancak bir kişilik yer kalmıştır. Oraya da ağabey Giuseppe Baresi yerleştirilir ve burada iki kardeşin yolu ayrılır.

Ağabey Baresi Inter’e yerleştikten sonra küçük Baresi olan Franco için tek çare Milan kulübüdür. O da Milan’a gider ve bir efsanenin başlangıcı olur bu gelişme. Yıllar geçer iki kardeşte başarılı bir futbol kariyeri sergiler ancak küçük kardeş Franco hem daha popüler hem de daha başarılı olmuştur.

Libero kavramını Beckenbauer’den sonra yeniden şekillendiren adam olarakta anılır Franco Baresi. Gerçekten de her türlü defans sisteminde maksimum başarı sağlamış bir futbolcudur. Gerek hava toplarında gerek birebir mücadelede oldukça etkilidir. Fiziğine göre de oldukça hızlıdır.

Bu defansif becerilerinin yanı sıra topu oyuna iyi sokması ile de ünlüdür. Hatta günümüzde direk taca yollanan toplarda bile aynı pozisyonlarda topu arkadaşlarına kazandırmıştır her zaman. Takımının taktik teknik anlayışına çok hakim olduğu için hemen hemen herkesin nerede duracağını iyi bilmektedir. Gerçi bunda kemikleşen Milan taktiğinin payı da büyüktür.

Milan formasından başka bir de İtalya Milli Takımı formasını giyip onunla da 1986,1990 ve 1994 Dünya Kupalarında boy göstermiştir. Hatta her ne kadar fazla hatırlanmasa da trajik 1994 Dünya Kupası finalinde bir penaltıyı da o kaçırmıştır. Ancak günah keçisi Baggio sebebiyle hiç dile getirilmemiştir.

Kulüp kariyerinde de oldukça başarılıdır Franco Baresi. 6 Serie A şampiyonluğu 2 tane Şampiyon Kulüpler Kupası 1 tane de Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırmıştır. Hemen hemen bu başarıların tümünde çok büyük payı vardır.

İtalyan Futbolcular Birliği tarafından İtalya’da yüzyılın futbolcusu olarak seçilen Franco Baresi’nin en bilinen lakabı Piscinin’dir. Milan’da sürekli giydiği 6 numaralı forması emekli edilmiştir.

Fabio Capello döneminde takım arkadaşlarına antrenman yaptırdığı bilinen Franco Baresi aktif olarak Milan alt yapısında görev almakta yeni efsaneler yetiştirmeye çalışmaktadır. Şüphesiz şu andaki Kaptan Maldini’nin gelişmesinde kendisinin de emeği çoktur.

Her İtalyan futbolcu da olduğu gibi Baresi’nin oyununda da kısım kısım sertlikler vardır. İtalya’ya gelen ilk Japon futbolcu Kazuyoshi Miura’nın burnunu ilk 15 dakikada kırarak bu bahtsız arkadaşın başarısız Avrupa kariyerine ilk darbeyi o vurmuştur.

İnanılmaz mücadele gücü liderlik içgüdüsü ve toparlayıcılığı ile dikkat çeken Baresi oldukça vefalı bir taraftar olan Milan taraftarlarınca da unutulmaz her maçta bazı bölümlerde lehine tezahürat yapılır hatta resmi açılır.

Futbolun romantik şövalyelerinden olan Baresi unutulmaz futbol yaşamına güzel bir jübileyle son vermiş hatta jübilesinde bir gol atarak giderayak şovunu da yapmıştır.

KAYSERiSPOR - FENERBAHÇE

Kayserispor ile Fenerbahçe, Turkcell Süper Lig'in 23. haftasında karşı karşıya gelecekler. Yeni hizmete girecek Kadir Has Stadı'ndaki mücadele Pazar günü saat 19.00'da başlayacak ve Lig TV'den canlı yayınlanacak. Karşılaşmayı hakem Bünyamin Gezer yönetecek.
Lig ve kupada oynadığı son iki resmi maçı kazanan Fenerbahçe, Turkcell Süper Lig'de Kayserispor ile deplasmanda yapacağı maçta da galibiyeti hedefliyor.
Turkcell Süper Lig'in 21. haftasında Gençlerbirliği'ne 1-0 yenildikten sonra, lider Sivasspor'u önce ligde 4-2, sonra da Fortis Türkiye Kupası'nda 3-1 mağlup eden sarı-lacivertliler, Kayserispor karşısında da 3 puan arayacak.

Teknik direktör mü yoksa falcı mı?

Mustafa Denizli ismi geçtiğinde birçok insanın aklına Beşiktaş’tan önce Galatasaray ve Fenerbahçe gelir, kimileri ise bu ikisine ulusal takımı da ekler. Hele Galatasaray ile Avrupa kupalarında atladığı turlar sonrasındaki sevinç gösterileri orta yaşlı birçok Türk futbolseverin aklında yer etmiştir. Tüm bu faktörler esasında Beşiktaş’ın ateşli taraftar grubu Çarşı için Mustafa Denizli’nin Beşiktaş antrenörü olamaması için yeterli sebeplerdir. Ancak profesyonel futbol taraftarlık dinlemez ve Mustafa Denizli Beşiktaş’ın başına Yıldırım Demirören yönetimi tarafından Ertuğrul Sağlam’ın ardından teknik direktör olarak getirilir.
İlk birkaç haftayı başarısız geçiren Denizli, Beşiktaş tribünlerinden büyük tepkiler alır ve tüm stat hep bir ağızdan “Hoca takım neden oynamıyor?” diye bağırır. Mustafa Denizli, tüm bu tepkilere rağmen çıkar ve 26. hafta sonunda lider olacaklarını iddia eder.
Denizlinin ağzından bu sözler döküldüğünde birçok futbolsever gibi ben de inanmamıştım ancak son iki haftadır ligde alınan sonuçlar Beşiktaş çalıştırıcısını haklı çıkarttı ve hızla zirveye tırmandılar. Özellikle ligin 21. haftasında tüm rakipleri puan kaybederken, Gaziantepspor deplasmanından 3 gollü 3 puan almaları, Fenerbahçe’nin lider Sivas’ı mağlup ederek Beşiktaş’ın ekmeğine yağ sürdüğü 22. haftada ise son iki yıldır bir türlü şanslarının tutmadığı İstanbul Büyükşehir Belediyespor’u İnönü’den eli boş göndermeleri Mustafa Denizli hakkında benzer soruların sorulmasına sebep oldu.
Mustafa Denizli teknik direktör mü yoksa falcı mı? Sanırım bunu sezon sonunda öğrenebileceğiz.


http://www.futbolyorumlari.com

6 Ocak 2009 Salı

HAKEMLER VE TÜRK FUTBOLU

Son yıllarda hakem hataları o kadar artık ki bir takımın kaderini lig sıralamasında çok etkiliyor.Hakem hataları diğer Ülkelerde daha çok az hata yapılıyor.Nedeni hakem üzerinde baskılarmaç biter bitmez hakemlerimize kurulun baskılar.Eski hakemlerimiz şimdi yorumcu olunca işleri daha da zorlaşıyor.Bir pozisyonu 10 kere ileri geri alıp ancak öyle kararı bile zor verirken anlık pozisyonda hata yapmalarını istemiyorlar.Hata çok yapıyorlar ama gelen baskıyı dayanamıyorlar.Ülkemizde büyük kavramı maalesef hakemlerimi çok etkiliyor.İyi hakem olma yolunu asla büyüklerden korkmayacan diye lanse etmelerihataları daha da çok artırıyor.Örnek verecek olursak İstanbulda oynanan Fenerbahçe-Gaziantep maçını yöneten hakem seyirciden etkilenmeyecem diye o kadar çok hata yapıyor ki maçta eğer Fenerbahçe'nin puan kaybı ile sonuçlanırsa aylarca konuşuluyor.İşte o maçı yöneten hakemin bir daha ki Fener maçındaki durumu nasıl olacako tribünlerin hakem üzerindeki etkisi ve yapılan o kadar yanlış hatalar ki işte zincirler furyası...
Bizim ülkemizdeki hataların sadece başlıca sebebleri,italya,İngiltere,İspanya,Almanya,Fransa ve Hollanda'da hakem hataları hakkında neredeyse konuşulmaması 90 dakikanın bitiş düdüğünden sonra Teknik Direktörün ve Yönetimin hataları kendilerinde araması işte hataları o kadar aza indiriyorki, sonuç böylece çok aza inmiş oluyor.
Bizim futbolcularımızda hakemlerle çok oynuyor.Lig maçlarında her pozisyona itiraz eden futbolcular kart isterkenAvrupa maçlarında verilen karardan sonra hiçbirşey söylenmiyor.Yine bi örnek vermek gerekirse Büyük kluplerimizden birinde oynayan Hasan Şaş Lig maçlarında Hakemlerin üstüne yürümeler,bağırmalar,elle itmelerama Avrupa maçında haklı oldugu bir olayda bile özür dileyip oyuna dinmesi aslında hakemlerimizi zedeliyor.Bu olayda suçlu Türkiye Futbol Federasyonu o hareketleri yapan futbolculara ceze bile verilmezken aynı hareketleri eğer Avrupa maçında yapsaydı 6 maç ceza ile karşılaşacaktı.İşte futbolcu'da bunu çok iyi bildiginde sahada istediği gibi hareketleri yapıyor.
Son gelişen olaysa Beşiktaş klubünün patronu Yıldırım Demirören basın önünde 70 milyona hakem ve fedarasyonu öne atması 2.yarıdaki hakem hatalarının az olması için hiçbir çaba gösterilemez.Beşiktaşın maçlarını yönetecek hakemlerin şimdiden psikolojisini anlamak hiçde zor değil aslında,Beşiktaş taraftarı bu açıklamının haklı olduğunu düşünüyorlar nitekim haklılar.Benzer bir olay Eski Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın yapmış tek tek hakem hatalarını göstermesi ve sonunda gelen şampiyonluk...
Sonuç işte çok basit hakem üzerindeki baskıları kaldırmak,maçlardan sonra baskı yapmamak...
Ve sonucu çok az hakem hataları ve Avrupa standartında kaliteli futbol...

2 Ocak 2009 Cuma

YABANCI FUTBOLCU SEVDASI

Altyapıyı neden kurar takımlar? Neden 20 yaş altı ve 18 yaş altı milli takımlar vardır ya da neden PAF takımlar vardır? Nasıl olsa A takımı var, yetmez mi? ya da neden her şehirde 2–3 tane futbol okulları kurarlar küçük yetenekleri keşfetmek için? Daha da profesyonel düşünürsek neden ülke dışında ikinci takımları olur bazı geliri yüksek takımların, ya da ülke dışında futbol akademileri?

Bunların Türkiye dışında çok büyük bir önemi var ve hepsinin tek cevabı var, makul olan tek cevap: A takıma oyuncu yetiştirmek. Bu A takım dediğimiz kendi A takımları, piyasaya oyuncu pazarlamak için değil!

Gel gelelim bizim ülkemizde bu böyle anlaşılmıyor ya da böyle uygulanmıyor. Küçük yaştan eğitilen oyuncular nedense yaşı dolup, A takım seviyesine geldiği halde durmadan başka takımlara kiralanıp duruyorlar. Ya da 18’e alınıp bir, iki hatta üç sezon boyunca orada öylece oturuyorlar. Bunun ne anlamı var? Kurduğunuz futbol akademilerinin ya da PAF takımların ne manası var bu ülkede, biri bana bunu söyleyebilir mi?

Neden bu konu sana battı derseniz şöyle açıklayayım. Geçenlerde Arjantin Apertura Ligi’nde Tigre-Boca maçı vardı(final maçı), izleyenleriniz mutlaka olmuştur. Boca antrenörü Carlos Ischia hatalı gol yiyen 21’lik kalecisi Javier Hernán Garcia’ya kulübeyi gösterdi yerine de 20’lik Josue Ayala’yı sürdü sahaya. Dikkat edelim arkadaşlar alınan oyuncu 21’lik,giren de 20’lik,daha işin başında olan kaleciler. Hadi onu da geçtim (ki Türkiye için bu bile ders ve örnek alınması gereken bir hadisedir) giren 20’lik Ayala daha ilk kez bu maçta Boca formasını sırtına geçirdi. Hata mıydı yoksa antrenörün yaptığı? Ya da maçı almak için yapılan ustaca bir hamle miydi? Ya da herkese deli olduğunu mu sergiledi? Eminim herkesin kendince kendini tatmin edecek bir açıklaması vardır bu konu hakkında.

Ülkemizde ise böyle genç bir kaleciyi değil şampiyonluk maçında, hazırlık maçlarında dahi oynatmada tereddütleri olan teknik patronlar var. Bir güvensizlik var, ya da medyadan çekinme. Maçı kazanamama korkusu da olabilir. Onun yerine yabancı kalecileriyle 5 yemek onlar için daha az gurur kırıcıdır.’’Oynattım ama yedi, yabancı işte, napalım’’ diye zihniyeti olan antrenörler mutlaka vardır ülkemizde.

Her takım yabancı kalecilerden medet ummakta. Başta 3 büyükler olmak üzere(Fenerbahçe hariç).diyeceksiniz ki Beşiktaş öyle değil Türk kaleci kullanıyor. Kullanıyor da be kardeşim, Rüştü futbolu bırakacak yaşa geldi şu anda. Kötü kaleci mi? Elbette hayır, ülkenin en iyi yerli kalecilerinden, efsaneleşen kalecilerinden biridir. Buna katılmamak imkânsız, fakat neden artık her başlangıcın bir sonu olduğu kimsenin aklına gelmiyor? Neden gençlerin önü açılmıyor? Neden altyapıya değer verilmiyor? Hakan var arkasında, Korcan var, Erdem var… Bunları siz yetiştirdiniz, siz transfer ettiniz ama şimdi kullanmıyorsunuz…’’Ama onlar genç daha canım’’ diye homurdanmalarınızı duyar gibiyim şimdiden. Bunu deyin sonra da Türk Milli takımdan başarı bekleyin.

Yıllarca Avrupa Kupaları’nda nam salmış, nice devleri deviren ve ‘kıtasal kupa kazanan Galatasaray’ın da bir farkı yok… Aykut ve Orkun gibi hatta üstüne bir de 3. kaleciniz olduğu halde gidip de neden yabancı kaleciye ihtiyaç duyarsınız? Bu Orkun’la Aykut hiç oynamadan size nasıl yararlı olacak? Nasıl kendini gösterecek de Türk Milli takımının kalesini koruyacak? Trabzonspor’da da aynı olay devam etmekte. Altınordu’nun kalecisini aldınız. Hadi onu tekrar kiralık verdiniz geriye, Karşıyaka’nın gelecek vadeden kalecisi Onur’u aldınız. Hadi o da olmadı istediğiniz gibi diyelim ya da çok genç geldi diyelim, Tolga var aslanlar gibi kalenizde. Neden yani oynatmama sebebi? Neden yabancı arayışı? Sonra Türk Milli takımın en ufak bir başarısızlığında hemen oturalım bir araya kara kara düşünelim: nerede yanlış yaptık? Bugün oynatma gençsin, yarın oynatacakken maç eksiği var tecrübesiz dersin, sonraki gün de zaten sen çoktan yabancı bir kaleci almış olursun. Geçmiş olsun o zaman da. Turşusunu kurarsınız artık…

Bu altyapıya güvenmeme sadece kaleci pozisyonunda değil elbette ülkemizde. Ama kalecinin iyisi zor yetişir, zor tecrübe kazanır, zor güven verir de be kardeşim bu kadar da değil yani.

Avrupa kupalarında ki ve milli takım düzeyindeki başarısızlıklarda ilk fatura kaleciye kesilir genellikle. Hatalar bireyseldir ve çok barizdir. Bunun için tek hata yapan kaleciyi hemen fetva çıkararak boynuna vururuz satırı. Güven lazım, sen güvendiğini belli etmezsen onlardan hiç güven beklenemez. Volkan’a da güven lazım hala daha. İnanılmaz iyi bir kaleci olduğunu düşünüyorum, fakat hataları çok bariz dediğim gibi. Çok basit hatalar yapıyor fakat bu hatalar onun onlarca yüzlerce yaptığı kurtarışları gölgede bırakmamalı. Nasıl yabancı kalecileri kredimiz sonsuzsa, bu genç ve yetenekli kalecilerimizin en azından sonsuz kredi olmasa da daha fazla toleransa sahip olmalarını düşünüyorum. Aslında her zaman el üstünde tutmalıyız yerlileri ama işte Türkiye burası. Bir yabancı sevdası var ki sormayın…

30 Aralık 2008 Salı

Joseba Etxeberria

5 Eylül1977 yılında bir Bask kenti olan Gipuzkoa kentine bağlı bir kasabada, Elgoibar’da dünyaya geldi. Futbolculuk kariyerine ise Bask’ın Athletic’den sonra gelen takımı Real Sociedad’da başladı. 1994-95 sezonunda Real Sociedad formasıyla ilk kez La Liga’da oynayan Joseba, o sezonun sonunda Bask’ın Milli takımı diyebileceğimiz Athletic Bilbao’ya 3 milyon euro gibi bir bedelle transfer olur. Henüz 17 yaşında bir oyuncuya ödenen bu bedel doğal olarak o dönemin rekoru olarak da kayıtlara geçti.

Adam olacak çocuk kendini belli eder ya! Joseba Etxeberria’da kendini hem İspanya genç milli takımlarında da hem de Real Sociedad’da kısa sürede belli etti işte. Sadece Basklıların forma giyebildiği Athletic takımı yeryüzünde eşine ender rastlanabilecek bir takım. Joseba Etxeberria’da bu takımda 1995 yılından bu tarafa forma giyiyor.

Orta sahanın sağında oynayan Etxeberria, 20 yaşına geldiğinde İspanya Milli takımına seçilir. 2004 yılına kadar 53 kez giyeceği İspanya Milli formasıyla 12 gol atma başarısı gösterip, 1998 Dünya Kupası, Euro 2000 ve Euro 2004’de Milli takım kadrosunda da yer alma başarısı gösterdi.

Erken yakaladığı şöhreti ise son yıllarda düşüşe geçti. Bu açıdan bakıldığında yaşıtı olan Raul’a da benzetebiliriz O’nu. 17 yaşında La Liga’da oynamaya başlayan, 18 yaşında 3 milyon euroluk bir transfer yapan, 20 yaşında Milli takımda oynayan bir oyuncunun futbolunun en olgunlaşacağı zamanlarda performansından kaybetmesi üzücü. Etxeberria her dönem mevkisinin en iyi oyuncularından biri olmayı başarmış bir oyuncu.

İspanyol futbolunun 90’lı yıllarının ikinci yarısı ve 2000’li yılların ilk yarısındaki 10 yıllık dilimde en önemli oyuncularından biri oldu. Sağ kanadın vazgeçilmez ismiydi. Joaquin gibi önemli de bir rakibi vardı tabi bu mevkii için. Rakip savunmacıyı karşısında aldığında O’nu durdurmak pek mümkün olmuyordu. O ya yapmak istediğini yapıyor ya da faule maruz kalıyordu. Ne var ki standart bir açık oyuncusu da olmadı sadece. Athletic için her zaman bir lider oyuncu oldu. Gol atma yeteneği hayli fazla da bir kanat oyuncusuydu. İyi şutları, isabetli pasları ve driplingleriyle önemli bir değerdi.

Joseba Etxberria çok büyük bir yetenek olmasına karşın hiçbir zaman dünya yıldızı olmaya erişemedi. Belki de O bunu böyle istedi diyebiliriz. Yetenekleri konusunda hiç şüphe yoktu elbette. Mükemmel bir teknik, hız, enerji ve oyun zekasına sahipti. Attığı isabetli şutlar da cabasıydı. Bu özellikler O’nun döneminde dünyanın en iyilerinden biri olması için yeterliydi aslında. Ne var ki Joseba Etxberria bir dünya yıldızı olmak yerine yerel bir yıldız olarak kalmayı yeğledi.

Başta Real Madrid ve Barcelona olmak üzere, birçok dünya devi O’nu kadrosuna katmak istediyse de Basklı oyuncu takımından bir türlü kopamadı. Buna cesareti yoktu diyebilirsiniz belki ama ben bunu daha çok formasına ve içinde bulunduğu aidete olan inancına bağlıyorum. O Athletic Bilbao’nun efsane oyuncularından biri olarak anılmayı, bir dünya yıldızı olma ihtimaline tercih etti.

Joseba Etxeberria’nın Athletic Bilbao’su kötü bir takım değildi elbette ama eski günlerinde de değildi. Bu da O’nun şöhretinin artmasına önemli bir engel teşkil etti diye düşünüyorum. Sanırım burada Fernando Torres’in iyi bir örnek olabileceğini söyleyebilirim. Atletico Madrid’den sonra gittiği Liverpool’da dünyanın önemli yıldızlarından biri haline kısa sürede geldi. Kim bilir Atletico’da kalmış olsaydı belki daha yerel bir yıldız olarak kalacaktı.

İşte; Joseba Etxberria, Fernando Torres ya da yeryüzündeki birçok dünya yıldızının yapmadığını yaptı ve takımından ayrılamadı. Bu takımın kaptanı ve her şeyi olarak yoluna devam etti.

Son yıllarda sakatlıklardan da yakasını bir türlü kurtaramadı ve bu nedenle de yaşı çok da ilerlememiş olmasına rağmen kendisinden beklenen düzeyde futbol oynayamıyor.

Futbolun para ile olan ilişkisinin hiç olmadığı kadar arttığı bir dönemden geçiyoruz. Futbolcular büyük paralar kazanıyor ve önemli bir şöhrete sahip oluyorlar. Joseba Etxeberria gibi bazıları ise kulüpleri için inanılmaz fedakarlıklar yapabiliyorlar. İşte formasını asla bırakmayan bu adamın gıpta ile izlenecek bir davranışı daha size; gelecek sezon yani futbolu bırakmadan önceki son sezonunda kulübünde ücretsiz oynayacağını açıkladı.

El Gallo(Horoz) lakaplı Joseba Etxberria, beş yüze yakın maçta oynadığı Bask takımında yüze yakın da gol atarak, unutulmaz futbolcular arasında kendine önemli bir yer edindi. Futbol hayatı boyunca gerek Athletic Bilboa’da gerekse İspanya Milli takımında 17 numaralı formayı giydi.

Joseba, birçok Basklı genç için bir idol. Bunu da fazlasıyla hak ediyor. O’nu gerek futbolu gerekse kişiliğiyle örnek alacak birçok genç oyuncu açıkçası beni gelecek için umutlandırıyor. Tabi sadece Athletic için değil futbol için de…

25 Aralık 2008 Perşembe

ALMANYA LİGİNE BAKIŞ

HOFFENHEİM

Bu sezon sadece Almanya için değil, bütün Avrupa’da yankı uyandıracak sürprizi yapan Hoffenheim takımı var. Geçen sezon ikinci ligde mücadele ederlerken, ben bu takımın 1. ligine çıkacağını ve geçen sezon Karlsruhe’nin yaptığı sürprizin daha iyisini yapacaklarını düşünüyordum. Ama ligin ilk yarısını şampiyonluk potasında ve lider olarak bitireceklerini açıkçası tahmin edemedim. Bazı kesimler bu takımı, kasaba takımı olarak görerek hafife alıyorlar. 1899 yılında kurulmuş bir takım. Başkanları Almanya’nın en zengin ilk 8 kişiden birisi ve teknik direktörleri Ralf Rangnick ise Almanya’da saygı duyulan ve değer görülen bir teknik adam. Kasaba takımı olabilir, ama ligde Bayern’den bile daha göze hoş ve iyi bir futbol oynuyorlar. Yaş ortalaması düşük genç bir takım. Tarihlerinde hiçbir kupa başarısı bulunmuyor. Lige iki galibiyetle başladılar. Leverkusen deplasmanında yedikleri 5 golden sonra ileri ki haftalarda puan kayıpları yaşasalar da, seri galibiyetler alarak kendilerini gösterdiler. Aslında bu takımı ben, bizim Sivas spora benzetiyorum. Hatırlarsanız, Sivas spor geçen sezon ligimizde şampiyonluk mücadelesi verirken, 3 büyükler karşısında aldıkları yenilgileri yüzünden şampiyonluğu kaybetmişti. Hoffenheim’da ligin ilk yarısında böyle bir portre çizdi. Ligin güçlü takımlarında sadece Hamburg’u yenebildiler. Eğer ikinci yarıda böyle bir grafik çizerlerse, şampiyon olmaları çok zor. Zaten ligin ilk 10 haftası çok önemli. Eğer 10 haftayı en az kayıpla ve şampiyonluk potasında girerlerse, o zaman bir mucize ile karşılaşma ihtimalimiz hayli fazla olacak. Gönlüm şampiyon olmalarında.


BAYERN MÜNİH

Sezona şampiyonluğun en büyük favorisi olarak giren Bayern, lige çok kötü bir başlangıç yapmıştı. Ligin ilk 7 haftasında beklenilmeyen sonuçlar aldılar. O haftadan sonra seri galibiyetler alarak ligin tek favorisi olduklarını bir kez daha gösterdiler. Zaten ligin ikinci yarısında onları şampiyonlukta Hoffenheim dışında başka bir takımın zorlayacağını sanmıyorum. Özellikle kale ve savunmaları bir büyük takıma yakışmayacak derecede hatalar yapıyor. Eğer ligin ikinci yarısında aynı hataları yaparlarsa şampiyonluğu kaybedebilirler. Kaleci Rensing’e hiç güvenmiyorum. Ribery faktörünü de söylemek istiyorum. Takım ona çok alışmış gibi görünüyor. Ribery’nin olmadığı bir maçta özellikle hücum yönünde aşırı derecede zorlanıyorlar. Takımın bu kadar bir oyuncuyu alışmaması lazım. Hatırlarsanız, Ballack Chelsea’ye gittiğinde Bayern 2006/2007 sezonunda kötü sonuçlar almış ve ligi ilk 3 arasında bile bitirememişti. Bayern, Ballack gittiğinde iyi bocalamıştı. Ribery’nin olası sakatlığında kötü sonuçlar alacaklarını düşünüyorum.


HERTHA BERLİN

Berlin takımı ise ligin ilk yarısını beklenilmeyecek bir derecede bitirdi. Onlar da ligi kötü başlangıç yapmıştı. Sonra ki haftalarda düzelen takım, özellik iç sahada seri galibiyetler aldı. İç sahada çok etkili oynayan ve iyi sonuçlar alan bir takım. Sezon ortasında Pantelic’in çıkardığı huzursuzlukları takımı fazla etkilemedi. Çünkü alternatif olarak Voronin vardı. Zaten Voronin geldikten sonra Pantelic’e bir şeyler oldu ve performansı geçen sezon gibi değil. Ligin ilk iki sırasındaki takımların sadece 2 puan gerisinde olmalarına rağmen şampiyonlukta pek şansları bulunmuyor. Bu sene şampiyon olabilecek kapasitelerinin olduğunu düşünmüyorum. Ligin ikinci yarısında yine iç sahada başarılı sonuçlar alacaklardır, ama dış sahada aynı şeyleri söylemem çok zor. Zaten dış sahadaki topladıkları puanların çoğunu şanslarının yardımıyla aldılar.


HAMBURG

Hamburg ise ligin güçlü takımlarının sezona kötü başlaması ve özellikle favori Bayern Münih’in kötü başlaması nedeniyle, ligi birkaç hafta lider götürdüler. Sezona yeni teknik direktörleri Martin Jol ile başladılar. Jol, takıma kendi sistemini oturtmaya çalışırken, takım göze hoş gelmeyen bir futbol oynamaya başladı. Oynadıkları futbolu açıkçası pek beğenmiyorum. Bir maçta Petric, diğer maçta Olic hem takımı, hem de Jol’ü kurtarıyor. Özelikle deplasmanlarda alınan kötü sonuçlar yüzünden iç sahada kazanılan puanların pek bir anlamı kalmadı. En son 1983 yılında şampiyon olan bu takımın, bu sezon şampiyonluk şansları matematiksel olarak yüksek görünse de, mantık olarak bunun çok zor olduğunu düşünüyorum. Ligin ikinci yarısının ilk maçını sahalarında Bayern’le oynayacaklar. Eğer Bayern karşısında galip gelirlerse, o zaman ligde çok şey değişebilir. Ligi 3. sırada bitirip şampiyonlar ligine katılmalarını bile başarı olarak görmeleri lazım.


BAYER LEVERKUSEN

Tarihlerin hiç şampiyonluğu bulunmayan bu takım, bu sezon şampiyonluk için ümitlenmişlerdi, ama beklenmedik kötü sonuçlar yüzünden bu sene de şampiyonluğun zor olduğunu bir kez daha gördük. Yine de Hamburg’un ne kadar şampiyonluk şansı varsa, bu takımın da o kadar şansı olduğunu düşünüyorum. Sezona teknik direktör Bruno Labbadia ile başladılar. Futbolculuk döneminde forvet olan Labbadia, takımını ofansif oynatarak cesur bir yönetim gösteriyor. Bazı maçlarda bu durum, takımın kolay gol yemesine sebep oluyor. Geçen sezonki Leverkusen ile bu sezon Leverkusen arasında en büyük fark ise takıma monte edilen Helmes olarak gösterebilirim. Kiessling ile iyi anlaşan Helmes, özellikle deplasmanlarda kontrataklarda çok etkili oluyor. Ligin ikinci yarısına çok zor fikstürle başlayacaklar. İlk 4 maçta alınacak sonuçlar, Leverkusen’in sezon sonunu nerede bitireceğini gösterecektir.


BORUSSİA DORTMUND

Ligde en son 2002 yılında şampiyon olan bu takım, taraftarlarının özlemini galiba bu sene de bitiremeyecekler. Sezona çok iyi bir kadro ile başlamışlardı. Ben, kadroyu görünce eski Dortmund’u görebiliriz diye düşündüm. Yeni teknik direktörleri Jürgen Klopp’u hiç hesaba katamadım. Korkak ve küçük düşünen Klopp yüzünden Dortmund ligin ilk yarısında istediği ve hak ettiği sonuçlara alamadı. Zaten Dortmund, son yıllarda ne kaybettiyse, yanlış seçim olan kötü teknik direktörler yüzünden istenilen başarıyı yakalayamadı. Bu teknik direktör yüzünden şampiyonluk şansları neredeyse yok gibi. Eğer bu takım ligi ilk 5’te bitiremezse, bu takıma çok yazık olur.

21 Aralık 2008 Pazar

AVRUPA DEĞERLENDİRMESİ

Avrupa’da tamamlanan ilk yarılar sonrasında, sırayla takımlarımızın Avrupa’daki ilk yarı değerlendirmelerini ve Bundesliga ilk yarı değerlendirmesini yapacağız.
İlk olarak Avrupa ile başlıyorum.Şampiyonlar Ligi’nde çok başarısız bir macera yaşayan Fenerbahçe ile başlayalım. Öncelikli olarak çok başarısız Şampiyonlar Ligi macerası ifadesini biraz açmalıyım. Şundan eminim ki Fenerbahçe 0 çektiği 2001-02 sezonunda bile bu sezondan iyiydi. Bunun nedenlerine gelince;1- O sezonki grup ekstra zordu. Bu sezon ise kura çekildiğinde grubun denk olduğunu söylemiştim. Takımların da zorluk derecesinin ortada olduğunu düşünüyordum. Fakat yanılmışım. Şampiyonlar Ligi’nin en zevksiz gruplarından biriydi ve takımların kalitesi de(en azından performansları) düşüktü. Çok klişe olacak ama geçen yılki Fener olsa bu gruptan 12 puan civarı bir şey toplayabilirdi.2- Fenerbahçe’nin gruptaki 2 puanını da 0-0 lık sonuçlarla alması, hiçbir maçta öne dahi geçememesi, taraftarını çıldırtan istatistikleriydi. 3- Oynadığı her maçtaki ruhsuz havaTüm bunları topladığımızda gerçekten 2001 den bile kötü bir performans olduğunu görüyoruz. 2003 yılında 6. olduğu sezondan sonra yeniden yapılanmaya girişen Fenerbahçe, ligde son beş yılı domine etti. Bu 5 yıl içinde 3 şampiyonluk kazanırken, 2 şampiyonluğu son anda(Denizli, Sami Yen) kaçırdı. Avrupa’da ise sürekli artan bir ivmeyle oynadı. Önce Şampiyonlar Ligi’nde 9 puanla 3. oldu, ertesi yıl güzel PSV-Schalke maçları izletti, sonraki yıl UEFA’da gruptan çıktı ve en nihayetinde geçtiğimiz yıl Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynadı. Bu beş yıllık süreçte Van Hoijdonk, Alex, Appiah, Anelka, Kezman, Tuncay vs. gibi Türkiye standartlarının üstünde oyuncular Fenerbahçe forması giydi. İsimler değişse de takımın başarılı performansı pek değişmedi. Bu durum, Fenerbahçe’nin forma ve kombine satışlarına hatta taraftar sayısına dahi yansıdı.Fakat tüm bu güzel tablolarla birlikte ileriye giden bir kulübün bu yıl en azından sportif başarı anlamında ciddi bir geriye gidiş yaşadığını görüyoruz. 2008in Nisan ayında Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynarken, Aralık ayında 2 puanla grup sonuncusu olmak vahim bir durum. Bunun sorumlusu büyük oranda yönetim(ya da eğer gerçekten tek başına yönetiyorsa Aziz Yıldırım). Aslında yaz boyunca yapılan komik ve anlamsız hamleler işlerin kötüye gideceğinin sinyallerini veriyordu. Bunlara daha önce çok değindik, daha değinmeyeceğim.Daha da vahim olan bir durum var. Yönetim eğer bu Ocak ayında düzgün hamleler yapıp, bir nevi yazın yaptığı hataları affetirmezse, 2008’in Nisan ayında Şampiyonlar Ligi çeyrek finali oynayan takım, 2009’un Nisan ayında ligde havlu atmış hatta Şampiyonlar Ligi vizesi alamamış dahi olabilir. İkinci yarıda derbileri deplasmanda oynayacağı ve rakiplerinin çokluğu düşünülürse bu hiç de şaşırtıcı olmaz. Konuyla alakasız olacak ama yaptığım bir tespiti paylaşmak istiyorum. NBA’i takip edenler Detroit Pistons’ın son beş-altı yılını bilir. Her sene başarılı olamasa da güçlü kadrosuyla ligi domine etmiş ve hep zirvede olmuştu Detroit. Bu sezon ise kadrosu çok zayıflamasa da eski güçlerinde ve havalarında hiç gözükmüyorlar. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi NBA’de de bu sezon birçok zayıf takımın olması nedeniyle hala iyi bir oranda kazanıyorlar ve iddiaları var fakat güçlü rakipler karşısında tökezliyorlar. Ve en önemlisi maçlarda eski ruhlarını ve havalarını kaybetmiş görünüyorlar. Ben Fenerbahçe’yi bu saydığım nedenlerle biraz Detroit’e benzetiyorum. Peki yönetim ne gibi hamleler yapmalı? Öncelikle yapabileceklerinin kısıtlı olduğunu söylemeliyiz. Yabancı sınırlaması var ve Fenerbahçe’nin Ocak ayında göndermek istediği yabancılarını göndermesi kolay olmayacaktır. Ayrıca gönderebilecek olsa bile yerine kimi alacak? İyi oyuncular pek kolay ara transferde yer değiştirmez. Değiştirecek olsalar bile Fenerbahçe’nin yaz aylarındaki popülaritesini kaybettiğini de unutmamalıyız. Bu durumda Türklere yönelmek gerekiyor. En son yazımda da belirttiğim gibi Türkiye’deki en iyi Türk oyuncu kadrosu Galatasaray’da ve nitelikli, Fenerbahçe’ye direkt katkı yapabilecek yabancıları ezeli rakibine hediye etmez Galatasaray. Bir Ayhan, Mehmet Topal bulması zor olacaktır Fenerbahçe’nin. Sivasspor değerlendirilmesi gereken bir maden olarak görülüyor ve çoğu yerde de Fenerbahçe’nin Sivas’ın yıldızlarına yöneldiği söyleniyor. Ben de bu düşünceye katılıyorum. Yapılan Gökhan Emreciksin transferi de bence takımın ihtiyacı olmadığı bölgeye yapılsa da mantıklı bir transfer. İyi bir Türk oyuncu temeli oturtmak için yapılan uzun vadeli bir transfer gibi gözüküyor. Yalnız bu oyuncuları aldığı gibi oynatması da gerekiyor Fener’in. Bu şekilde Fenerbahçe’de oynayamadan dönen bir çok Türk oyuncuyu biliyoruz.Mevkii olarak baktığımızda da Fenerbahçe’nin net bir önlibero ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Bence sol açık ve stoper için de birer alternatif alınabiliyorsa alınmalı. Hatta bu sezonki bazı maçlardan sonra Volkan’ın da kalitesini sorgulamaya başladım. Devre arasında kaleci değişmeyecektir ama sezon sonunda sözleşmesi biten Volkan ile Fenerbahçe yollarını ayırırsa pek şaşırmam.Gelelim Galatasaray’a. Galatasaray hakkında fazla yazmayacağım. Beni şaşırttığını söylemeliyim. Laf olsun diye oynanan Metalist maçı dışında üçte üç yaptı Galatasaray. Gruptan ikinci çıktı fakat gelen Bordeaux kurası sonrası bu ikinciliğin çok sıkıntı olmadığını düşünüyorum. Bence Galatasaray eleyebileceği bir takımla eşleşti, hatta elemesi gerekir. Tek sorun maçların Şubat’ta olması. Anlayamadığım bir nokta da bu. Hem Şampiyonlar Ligi’nde hem de UEFA’da bu tarz takvimlerin amacı nedir? Şimdi çekilen bir kurayı Galatasaray niye iki ay sonra oynuyor? Şu form durumları itibariyle Galatasaray, Bordeaux’yu eler, fakat Şubatta ne olacağı hiç bilinmez, bir de arada transfer dönemi var. Kısacası verilen bu inanılmaz uzun aranın futbolseverleri soğuttuğu gibi haksızlık da olduğunu düşünüyorum. İyi durumda olan takımlar ile kötü durumdaki takımlar arasındaki farkın kapanması için adeta süre tanıyor UEFA. Bu süre zarfında da doğru hamleler yapan takımlar(ayrıca da sakatları iyileşenler) avantaj sağlıyor. Ben şu form durumu ile Galatasaray’ın UEFA’da bir-iki tur daha oynamasını isterdim. Galatasaray’ın grubuyla ilgili çok ilginç bir nokta da maçlar başlamadan önce yapılan tahmini sıralamanın tam tersinin oluşması: 1. Metalist, 2. Galatasaray, 3, Olympiakos, 4. Hertha, 5. Benfica…Peki Galatasaray nereye kadar gider? Başta hiç ihtimal vermiyordum, sürpriz grup performansı sonrası belki iyi yerlere gelebilir demeye başladım. Finali her Galatasaraylı içten içe istiyor ama şu an için dillendirmekten kaçınıyor, ben de kaçınıyorum. Fakat Galatasaray tuhaf bir takım. Bordeaux eşleşmesinde Leverkusen gibi olursa da şaşırmam. Fakat Bağış Erten’in dediği gibi eğer öndeki hattı gününde olursa Avrupa’nın en güçlü takımlarına bile çok zor anlar yaşatabilirler. Galatasaray’a başarılar diliyoruz...

19 Aralık 2008 Cuma

Takımların Değişen Teknik Direktörüleri

BLACKBURN (İNGİLTERE) İngiltere Premier Lig takımlarından Blackburn’de beklenen oldu ve menajer Paul Ince’in görevine son verildi. Bu hafta içinde kulüp yönetimi daha önce Bolton’da büyük başarılara imza atan Sam Allardyce ile anlaştı.


REGGINA (İTALYA) Reggina alınan kötü sonuçlar sonrası teknik direktör Orlandi ile yollarını ayırdı ve göreve Giuseppe Pillon’u getirdi. 52 yaşındaki Pillon son olarak geçen yıl Serie B takımlarından Treviso’yu çalıştırmış ve temmuz ayında görevinden ayrılmıştı. Geçen yıl Mart ayında takımın başına getirilen Orlandi ise Reggina’nın küme düşme potasının dört puan üstünde ligi tamamlamasını sağlamıştı.


CHARLEROI (BELÇİKA) Belçika’nın Charleroi takımı geçen hafta Genk karşısında alınan 1-0’lık mağlubiyetten sonra Thierry Siquet’i kovdu. Hafta içinde göreve eski İskoçyalı milli futbolcu John Collins getirildi. Collins teknik direktör olarak daha önce Hibernian’ı çalıştırmıştı. LE


HAVRE (FRANSA) Fransa’da Le Havre takımında Jean-Marc Nobilo’un görevine son verilirken yerine Frederic Hantz getirildi. Genç teknik adam daha önce 2004 – 2077 yılları arasında Le Mans’ı sonra da 6 aylığına Sochaux’yu çalıştırmıştı. Jean-Marc Nobilo ise takımdan ayrılmadı ve sportif direktörlük görevine getirildi.


PANSERRAIKOS (YUNANİSTAN) Yunanistan ligi takımlarından Panserraikos’ta alınan kötü snouçların ardından Giannis Papakostas ile yollar ayrıldı. Göreve Belçikalı Hugo Broos getirildi. 1970’li yıllarda Anderlecht’in meşhur kadrosunda yer alan Broos şu an 59 yaşında ve teknik direktör olarak hiç Belçika dışında görev yapmadı.


HARTLEPOOL (İNGİLTERE 1. LİG) Hartlepool 2.5 yıldır görev başında olan menajer Danny Wilson’u kovdu. Wilson 2007 yışında Hartlepool’u 1.lige çıkardı ama bu yıl aldığı kötü sonuçlarla ligin altında yer alıyordu. Göreve geçici olarak spor direktörü Chris Turner getirildi.


İSKENDERUN DÇ (TFF 2.LİGİ) TFF 2. Lig 5. Grup takımlarından İskenderun Demirçelikspor'da, Haluk Bulgurlu'dan boşalan teknik direktörlük görevine Erkan Sözeri getirildi. Daha önce Kırıkkalespor, Muğlaspor, Uşakspor, Erzincanspor, Şanlıurfaspor ve Türk Telekom'da görev yapan belirtilen Erkan Sözeri'nin sezon sonuna kadar takımı çalıştıracağı bildirildi.

16 Aralık 2008 Salı

FUTBOLDAN NOTLAR

Trevor Sinclair bir ara İngiltere Milli takımında da yer almış aslında vasat bir orta alan oyuncusudur. Pozisyon olarak birkaç mevkide oynayabilmesi sebebiyle çokça da işlevseldir. Buraya konuk olma sebebi ise şudur.

Bir Manchester derbisi öncesi City oyuncusu olan Sinclair derbiden gol atmak seks yapmaktan daha zevklidir der. Tesadüfe bakın ki Sinclair bu maçta bir kez fileleri havalandırır. Çok büyük mutluluk yaşar Trevor. Bu sözü de derbilerin yalnızca taraftarlar için değil oyuncular içinde çok önemli olduğunu gösterir niteliktedir.

Gelelim Cassano’ya ve yediği nanelere. Antonio Cassano inanın yeteneğini tam kullanabilip istikrarı ve disiplini yakalayabilseydi kesinlikle şu an daha büyük bir kulüpte oynuyor olurdu. Gerek sinirliliği gerek disiplinsizliği gerekse ciddiyetsiz oluşu kendi kariyerinin çok inişli çıkışlı olmasına sebep oldu.

Son marifeti ise çıkardığı kitabı ve içinde söyledikleri. Bilmem kaç kadınla yattım muhabbetlerini gereksiz olduğu için aktarmayacağım ama Capello’ya söylediği sen Monopoly’deki paralardan da daha sahtesin sözü futbol tarihine geçebilecek bir kelime öbeği olmuş. Ki şu andaki takımı Sampdoria’daki başarısının sebebini güzel Genoa kızlarına bağlayarak basını bir kez daha üzerine çekmişti.

Aranızda Giovinto Plasmati’yi tanıyan birisi var mı. Lafı bile olmayacak bir kariyere sahip olan oyuncu, 1.99 luk boyuna rağmen hiçbir takımda dikiş tutturamamış Serie C’de bile bir sezonda 10 golü zor bulmuş biri. Bu sezonda Catania’da maçların son on dakikasında oynamaktadır.

Sorabilirsiniz tabi ki be adam o zaman niye yazıyorsun bu kadar cümleyi diye. Yazma sebebim şu; Bu arkadaş 17 Kasım tarihinde oynanan Catania Torino maçında öyle bir harekete imza attı ki bu hareket mutlaka tarihe geçecektir. Ama iyi yönde değil.

Maçta son dakikalar oynanmaktadır ve durum beraberedir. Catania serbest vuruş kullanacaktır ve Torinolular barajı kurar. Bu çok akıllı kardeşimizde barajın arkasına geçer tam takım arkadaşı Mascara topa vuracakken hızlı bir hareketle şortunu indirir. Maksat kalecinin dikkatini dağıtmaktır. Torino kalecisi Sereni olaya dikkat etmediğini söylemiştir ama Plasmati hedefine ulaşmış top ağlar ile kucaklaşmıştır. Tabi golün sebebinin bu olduğu söylemek zor çünkü kaleci doğru yere yatmış ancak kurtaramamıştır topu. İtalya’da kazanan haklıdır Machiavelli yine kazanan olmuştur.

Ve ülkemizde bir kez görülen ırkçılık vakasına imza atan Mehmet Ali Yılmaz ile yazımızı bitiriyoruz. Trabzonspor yeni sezona golcü transferi ile girer ancak bu arkadaş bir türlü gol atamaz gönderilecek olduğunda da M.Ali Yılmaz’ın tarihe geçen şu sözü yankılanır.

Yahu biz adamı gol makinası diye aldık, adam çamaşır makinası çıktı.

Blogger Templates by OurBlogTemplates.com 2007